İstanbul, Atatürk devrinde başkentin kabaca on katı büyüklüğünde bir şehirdi. 1938'e kadar göreve gelen valibelediye başkanları, genç Cumhuriyet'in sınırlı imkânlarıyla mütarekeden beri biriken belediye meselelerini çözmeye çalışmışlardır. Atatürk'ün sağlığında İstanbul, imar faaliyetlerine sahne olmadı, sadece bu yönde adımlar atıldı. Prost'un imar planı için bizzat Atatürk tarafından daveti bu nedenledir. Bu dönemde gerçekleştirilen en önemli şey, Osmanlı devrinde emanet ve imtiyaz sözleşmesi ile yabancıların eline geçen belediye hizmetleri kamulaştırılarak belediye tüzel kişiliğine bağlanmıştır. Bunlar elektrik, su, havagazı, tramvay ve tünel işletmeleridir.
Atatürk döneminde en uzun süre şehrin yönetiminde bulunan kişi Muhittin Üstündağ'dır. 19281938 arası görevde kalan Üstündağ, İdarei Umumiyei Vilayat Kanunu gereği vilayet yönetimine bırakılmış bulunan temel eğitim kurumlarının (ilkokullar) ihyası, Atatürk köprüsünün inşası ve İstanbul Şehir Tiyatrolarının kurulmasına öncülük etmiştir.
HENRİ PROST'UN İMAR PLANI
Henri Prost, Paris Şehircilik Enstitüsü'nde yetişmiş bir şehir planlamacısıydı. Türkiye'yi tanımayan biri değildi. II. Abdülhamid döneminde, sultanın özel izni ile Türkiye'ye gelmişti. Marakeş, Kazablanka ve Rabat'ın planlanmasında çalışmış, uluslararası üne sahip bir mimardı. Bizzat Atatürk tarafından davet edildiği 1936 yılına kadar, Almanya'dan bir dizi başka şehir planlamacısı da davet edilmişti. Hatta Prost'un rakibi Leon Corbusier de Atatürk'e mektup yazarak İstanbul'un imar planması işine talip olmuştu. Prost, muhafazakâr çevrelerin hışmına uğramış bir şehircidir.
Genel olarak, kentin Osmanlı dokusunu ortadan kaldırdığı düşüncesiyle eleştirilir. Prost'un bağlı bulunduğu mimari ekol, modernleşme ile korumacılığı birleştirmeye dayanıyordu. Prost'un görevde bulunduğu dönem esas itibariyle Dr. Lütfi Kırdar'ın belediye başkanı olduğu döneme tekabül etmektedir. Fiilen 15 yıl süreyle tarihi yarımada, Beyoğlu, Kadıköy, Üsküdar bölgelerinin imarı ile ilgilenmiştir. 1937'de yaptığı plan, 'Şehir Meclisince' onaylanarak yürürlüğe girmişti. Prost'un tahayyülünde İstanbul seküler, modern bir şehir olarak düşünülmüş, şehrin Bizans ve Osmanlı geçmişi buna yer yer eklemlenmiştir.
Prost'un planları ancak kısmen hayata geçirilmiş, büyük ölçüde uygulanmamıştır.
Örneğin, bugünkü Vatan Caddesi'nin olduğu yerde büyük bir zoolojibotanik parkı kurmayı düşünmüştü. Burası 'I' numaralı park olarak anılacaktı. 'II' numaralı park ise, Dolmabahçe Vadisinde 'Demokrasi Parkı' adıyla planlanmıştı. Bu planın günümüze intikal etmiş en anlamlı parçası, Taksim Gezi Parkı'dır. Demokrat Parti iktidara geldikten sonra, 27 Aralık 1950'de Menderes Hükümeti Prost'un sözleşmesini feshetmiştir. Buna rağmen, asıl büyük imar hareketleri, Menderes devrinde daha radikal bir şekilde devam edecektir.
NÜFUSUN GELİŞİMİ
Günümüzde İstanbul, dünya ölçeğinde bir megapoldür. 1927'de yapılan ilk nüfus sayımında şehir nüfusu 710 bin olarak tespit edilmişti. Bunun 373 bin 124'ü Türk, 158 bin 219'u Rum, 87 bini Ermeni, 40 bini Yahud idi. Tek partili yıllarda nüfus artarak 1935'te 758 bine, 1940'ta 815 bine çıkmıştı. Demokrat Parti'nin iktidara geldiği 1950'de İstanbul artık milyonluk bir şehir olmuştu. Nüfus, Türkiye kaProst'unpitalizminin gelişimine paralel olarak göç almaya başladı, 1960'ta 1.5 milyona ulaştı. 60'lardan sonra ise logaritmik bir hızla büyümeye devam etti.
EKMEKETSEBZE TEMİNİ
İstanbul, imparatorluk devrinde Rumeli buğdayı ile beslenmişti. Mütareke yıllarında İstanbul, büyük bir zahire sıkıntısına düşünce, müttefik yönetimi, ABD'den un getirerek piyasaya sürdü. Cumhuriyetle birlikte İstanbul'u Anadolu beslemeye başlamış, bir anlamda ittihatçıların başlattığı 'milli iktisat' ilkesi devam ettirilmiştir. Sebze, meyve ihtiyacının giderilmesine Bizans'tan Cumhuriyet devrine kadar şehrin içindeki bostanlar, boğaz köyleri ve yakın vilayetlerin olanakları yeterli olmuştur.
Et ihtiyacının giderilmesi ve fiyatların denetlenmesi, şehrin büyüklüğü nedeniyle, klasik Osmanlı asırlarından itibaren ciddi bir mesele olagelmiştir. Cumhuriyet yönetimi, mütareke döneminde başlatılan Sütlüce Mezbahası inşaatını bitirerek hizmete sokmuş, 'İstanbul Belediyesi Karaağaç Kurumlarını' oluşturmuştur. Hatta Adaların et ihtiyacını karşılamak üzere, Karaağaç Kurumları hesabına 'Mezbaha motoru' inşa ettirilerek 1956'da hizmete sokulmuştur. Görüldüğü gibi 1960'lara kadar kent iç ve yakın kaynaklar kullanılarak beslenme sorununun organize edilmesi başarılmıştır. Şehrin, uluslararası gıda piyasasının önemli bir pazarı olması için ülke ekonomisinin global kapitalizm ile bütünleşmesi ise 1960'lardan sonra tahakkuk edecektir.
SU MESELESİ
Bizans'tan Cumhuriyet'e kadar İstanbul'a su temini daima önemli bir konu olmuştur. Suriçi şehirdeki çok sayıda sarnıcın varlığı buna karinedir. Valens Su Kemeri (Bozdoğan) Belgrat ormanları civarındaki suları toplayarak şehre getiren bir sistemdi. Yeni ve yakınçağlarda İstanbul'un dünyanın en büyük şehirlerinden biri olması nedeniyle, Mimar Sinan'dan itibaren daha fazla su kaynağı bulmak zorunlu olmuştu. Bentlerde, Sultan III. Ahmet'ten, II Mahmut'a kadar Sarıyer bölgesindeki sular rezerv olarak kullanılmıştır. Kurulan sistem, Bahçeköy, Sarıyer, Belgrad ormanları civarındaki rezervlerin, su terazisi ve cetvellerle (bileşik kaplar kanunu) şehre ulaştırılmasına dayanıyordu.
XIX. yüzyılda artan su ihtiyacını gidermek üzere atılan en önemli adım Sultan Abdülaziz döneminde kurulan Dersaadet Anonim Su Şirketi'dir. Şirket, 1876'da önemli bir su havzası olan Terkos Gölü'nün suyunu şehre getirmek üzere verilen bir imtiyaz sözleşmesi ile kurulmuştu. 1932'de Atatürk'ün buyruğu ile İstanbul Sular İdaresi kuruluncaya kadar Terkos, şehrin Avrupa yakasının su ihtiyacını karşılamıştır. Bu nedenle, İstanbul'a su sağlayan şirketin adı 'Terkos' şehir şebeke suyu anlamında günümüze kadar kullanılan bir ifade olalgelmiştir.
Dersaadet Anonim Su Şirketi 1933'de kamulaştırılarak, İstanbul Sular İdaresine katılmıştır. Atatürk, Mühendis Ziya Bey'in (Erdem) idarenin müdürlüğüne getirilmesini istemiş, Ziya Bey 12 yıl görevde kalmıştır. 1967'ye kadar Terkos'ta buharlı pompa kullanıldığından kömür Zonguldak'tan Karaburun köyüne, oradan da dekovil hattı ile Terkos'a ulaştırılıyordu. Terkos pompa istasyonu Türkiye'de buharla çalışan ilk pompa istasyonu idi.
Anadolu yakasında ise su temini, 'ÜsküdarKadıköy Su Şirketi' kurulana kadar vakıf suları ile sağlanmakaydı. Bahse konu şirket, imtiyaz verilmiş bir Fransız şirketi idi. Şirket Anadoluhisarı, Göksu kaynağında Henri Gruner'in projesi ile 189193 yılları arasında Elmalı Barajı'nı inşa etmiştir. 1926'da beton dolgu ile baraj sağlamlaştırıldı. Daha sonra İstanbul Sular İdaresi tarafından kamulaştırıldı. Elmalı Barajı 1937'ye kadar Anadoluhisarı ile Bostancı arasındaki ahalinin su ihtiyacını karşıladı. 1940'larda Elmalı II barajı inşasına başlandı.
Şehir nüfusunun 2 milyon sınırına vardığı DP'li yılların sonuna kadar, bu iki havzanın kaynakları İstanbul'un su ihtiyacını karşılamaya yetmişti. Ancak 1960'lardan itibaren şehir katlanarak büyüdüğünden Anadolu yakasında Ömerli ve Darlık, Avrupa yakasında da Alibeyköy barajları yapılacaktır.
YAKACAK, ELEKTRİK VE HAVAGAZI
İstanbul'un yakacak ihtiyacı Osmanlı devrinde, Şehremaneti, Ticaret ve Ziraat Nezareti, Orman ve Maadin nezaretlerinin işbirliğiyle karşılanıyordu. Yakacak kaynakları İstanbul'a yakın Trakya ormanları idi. Şile, Ağva, Kandıra ormanları da kısmen başvurulan bölgelerdendi. Trakya linyitleri de ayrı bir kaynaktı. XIX. yüzyıldan itibaren Zonguldak Taşkömürü rezervi İstanbul için kullanılmaya başlandı. Birinci Dünya Savaşı yıllarından itibaren, günümüzde Cemil Topuzlu Parkı'nın bulunduğu yerde, Kuruçeşme kömür depoları vardı. Bedrettin Dalan'ın Büyükşehir Belediye Başkanlığı zamanına kadar üç çeyrek asır bu depolar şehir manzarasının ayrılmaz parçası olmuştu.
Şehirde elektrik üretimine Silahtarağa Termik Santrali ile başlanmıştır. İlk aydınlatma Dolmabahçe Sarayı'nda gerçekleşmiştir. İmtiyaz sözleşmesi ihalesini bir AvusturyaMacaristan şirketi olan 'Ganz Electric Company' kazanmış, 'Osmanlı Anonim Elektrik Şirketi' namıyla çalışmaya başlamıştır. Atlı tramvayların kaldırılmasından sonra, tramvaylar elektrik enerjisi ile çalışmaya başlamışlardır.
Kömürle elektrik üreten Silahtarağa Elektrik santrali 19141952 yılları arasında şehrin elektrik ihtiyacını karşılamış, o tarihten sonra İstanbul ulusal elektrik şebekesine bağlanmıştır. Havagazı da ilk kez 1853'te Dolmabahçe Sarayı'nda kullanılmıştır. Dolmabahçe Gazhanesinden sonra, Yedikule, Kadıköy gaz üretim ve dağıtım merkezleri kurulmuş ve şehre havagazı verilmeye başlanmıştır. 1945'te havagazı üretim merkezleri İETT'ye devredilmiş, 1984'te imtiyaz sözleşmesi sona erene kadar sembolik düzeyde gaz üretimine devam edilmiştir. O tarihte havagazı üretimi tarihe karışmıştır.