Kapitalizmde üretim, kullanım için değil kar içindir. Kapitalist üretim maddi manevi her şeyi metalaştırmış, kar hırsının nesnesi haline getirmiştir. Kapitalizmin belirleyici özelliği insanın işgücünün de metalaşmasıdır. Bütün tarih göstermektedir ki, toplumsal emeğin düzenlenmesi, insanın cinsel davranışlarını doğrudan doğruya etkiliyor. Gelişmiş kapitalizm, işbölümü ve uzmanlaşmada öyle sonuçlar doğurmuştur ki bireysel yetenek ve eğilimlerin tek yönlü gelişmesine ve aşk ilişkilerinin toptan yozlaşmasına neden olmuştur. İşbölümünden kaynaklanan yozlaşma, nasıl baskıcı hayat tarzıyla bağlantılıysa erotik yozlaşma da baskıcı hayat tarzının hem sonucu hem nedenidir. 

Gelişmiş kapitalist toplumlarda cinsiyet ve cinsel erotizm aşırı bir yer kazanmış, bu işin ticareti tükenmez bir kazanç kaynağı olmuştur. Kapitalizm, kadını işportaya düşürdüğü gibi bütün işporta mallarını da kadın cinselliğine boyayarak satmaktadır. Mendil gibi cinselliği de kullan at. Aşk, kadın, cinsellik her şey piyasada yerini buluyor. Bir cinsel budala imal ediliyor. İnsana yabancılaşma, sevgiye yabancılaşma korkunç bir manevi yıkım getiriyor. Cinsel aşk, bir cinsel koşullanmaya dönüşüyor. 

Bazı Batı ülkelerinde kadının cinsel organını çağrıştıran kül tablalarının pazarlandığını 1990 öncesi reklamlarından öğrenmiştik. Sistem, kadının cinsel organını içinde sigara söndürülen kül tablasına çevirmiştir. İzmariti bastıran parmak ise, öncelikle kendi bilincinden ve insanlığından yoksun kalıyor ve kendisine yabancılaşıyor. 

GÜNÜMÜZÜN ROMASI

Bu çürüme, kendi uydurduğu yalanların içine kapanmıştır ve kazanç kaynağı olarak da gene kendisinin icat ettiği sıkıntıları, tutkuları ve sinir bozukluklarını sömürmektedir. Bu sistemde sapkınlıkların normal cinsel hayata zorla sokulması ve bir işkence haline gelmesi olağandır. Arzular, zorunlu olarak içe atılmakta ve bastırılmaktadır. Meta ekonomisinin aşırı gelişmesi, insanı kendi doğasından koparmakta, buna bağlı olarak tarih boyunca görüldüğü gibi eşcinsel ilişkileri yaygınlaştırmaktadır. 

Kapitalizmin çürüme döneminde, başka deyişle emperyalizm çağında, eşcinsellik doruğa çıktı. Hitler’i, Mussolini’yi ve en son ABD saldırganlığını yaratan emperyalizm, yalnız şiddet alanında değil, eşcinsellikte de Neron’ların köleci imparatorluklarını geçmiş, eşcinselliği hâkim sınıfın dışına taşırarak toplumun bütün sınıfları içinde yaymıştır. 

Emperyalistkapitalist toplum her anlamda günümüzün Roma’sı oldu. Kapitalizmin liberal çağında eşcinsellik, bugüne göre çok çok küçük orandaydı. Kapitalist toplumlarda eşcinsellik oranındaki olağanüstü artışın biyolojik veya genetik nedenlerle açıklanamayacağı meydandadır. Son iki yüzyıl içinde insan biyolojisinde önemli bir değişiklik olmamıştır. Eşcinselliğin yaygınlaşması ve neredeyse bir moda haline gelmesi toplumsal ve kültürel nedenledir. Çürüyen kapitalist kültür, “tabuları yıkmak” adı altında, sistemli olarak doğal olmayan cinsel ilişkilerin propagandasını yapmaktadır. 

Yine aynı yasayı keşfediyoruz: Atina ve Roma’da olduğu gibi, sınıf tahakkümünün ağırlaşması, cinsler arası eşitsizliklerin büyümesi ve sistemin çürümesi ile eşcinsellik arasındaki bağlantıyı, emperyalistkapitalist süreç de kanıtlamıştır. 

Özel çıkar ve bireysel kâr sistemi, bugün doğa ve insanı yıkıma uğratan bir nitelik kazandı. Artık sistem, aşkı da doğadan koparmaktır. Çürüyen kapitalizm, doğayla birlikte insan doğasını da zorluyor. İngiltere parlamentosunun kudretini anlatmak için, “Kadını erkek, erkeği kadın yapmak dışında her şeyi yapabilir” denir. Çürüyen kapitalizm, İngiliz parlamentosunu da geçerek erkeği kadın ve kadını erkek yapacak ölçülerde doğayı zorlamaktadır. 20. yüzyılın sonlarında özel çıkarcılık, dizginlerinden boşandı. Buna bağlı olarak bireycileşme, yalnızlaşma, cemaatini yitirme, tüketim humması ve can sıkıntısı yanında ve onlarla ilişkili olarak eşcinsellik de yayılmaktadır. Burada eşcinsellik, sistemin insana dayattığı acılardan ve yırtıcılıktan kaçmak için, uyuşturucu gibi, içki, kumar, iskambil oyunları, falcılık, büyücülük, lotototo, piyango, ganyan gibi, bir yabancılaşma ve çürüme olayıdır.

12 EYLÜL PATLAMASI

Türkiye’nin eşcinsellik olayını, 12 Eylül’den sonra yoğun ve yaygın olarak yaşaması da anlamlıdır. 24 Ocak kararları ve 12 Eylül cuntası, sınıf farklarını Türkiye tarihinin görmediği oranda derinleştirmiş, toplam 650 bin insanın gözaltı ve hapishaneden geçtiği bir şiddet uygulamış, emekçi hareketini ezmiştir. 

Türkiye insanı, homoseksüel, travesti, heteroseksüel, lezbiyen, gay gibi kavramlarla hep 12 Eylül döneminde tanıştı. Eskiden Türkiye toplumunda olağandışı görülen ve iyi gözle görülmeyen, en azından bir davranış bozukluğu sayılan eşcinsellik, 12 Eylül’den sonra büyük ideolojik atağını yapmıştır. İstanbul, İzmir ve Ankara’nın belli çevrelerinde, eşcinsel olmayan entellerin utandığı ve entelden sayılmadığı bir hava estirilmiştir. Eşcinsellik, yeni bar kültüründe, uyuşturucu bağımlılığı ile birlikte, bir sanatçı alameti sayılmaktadır. Eşcinsel, yükselen değerlere göre çizgi ötesidir. “Muhalif” veya “aykırı” rütbesine mi ulaşmak istiyorsunuz, öyleyse eşcinsel ilişkiye gireceksiniz! Neoliberal yazar tayfası, Avrupa’dan aldıkları işaretle bu tür “muhalefetle” birliktedir. Sendikalı işçi sayısı azalırken, işçi hakları bastırılırken, tarımın çökertildiği bir ortamda köylünün yaşama hakkı tehdit altına girerken “cinsel tercih özgürlüğü”, neoliberallerin insan hakları listesinin en başına kurulmuştur. “Yeni Sol”, bu dönemde Türkiye’ye ihraç edilmiş ve bunlar aracılığıyla sınıf mücadelesi aşağılanarak eşcinsel, travesti, fahişe, lumpenlik gibi sınıf dışı unsurların hak ve özgürlükleri için mücadele örgütleri ve partisi devreye sokulmuştur.

SOKAK ÇOCUĞUNUN CİNSEL TERCİH ÖZGÜRLÜĞÜ

Sokak Çocukları Vakfı’nın kurucu üyelerinden, sinema eleştirmeni Tunca Arslan, sokağa düşen “her çocuğun”, içlerinde farklılık olmaması için, aralarına katıldığı grubun üyelerinin cinsel tecavüzüne uğradığını belirtmektedir.* Sistem, acımasız ekonomik ve toplumsal koşullarıyla sokağa attığı her erkek çocuğa duvar diplerinde tecavüz etmekte, onu şiddet yoluyla eşcinselliğe zorlamakta ve arkasından da, o çocuğa, “Bu senin cinsel tercih özgürlüğündür” demektedir.

Birtakım ideologların, romancıların, sinemacıların, şairlerin, magazin basını ve yazarlarının şiddet yoluyla dayatılan eşcinselliği, “yükselen değerler” kategorisi içine alarak parlatması vahimdir. Yıkıntıların içindeki tecavüz, ideolojik tecavüzle birleşmekte ve sürmektedir. Sokağa düşen çocuğun ırzına geçilmesi ile bu tecavüzü “cinsel tercih özgürlüğü” olarak topluma takdim eden sanatçının faaliyeti, aynı mekanizmanın farklı işlevleridir. Sistem, tecavüz ettiği çocuğa, bu durumu “özgürlük” olarak kabul ettirmektedir. 

Sistem, bir milyon çocuğu sokağa atıyor. Sokağa atılan erkek çocuk, daha önce sokağa atılmış ağabeyinin tecavüzüne uğruyor. Sistemin sanatçısı, o çocuğun tecavüze uğrama “özgürlüğünü” savunuyor. Mekanizmanın işleyişi budur. 

* Tunca Arslan, “Sistemin sövdüğü ve sevdiği çocuğu: Eşcinsellik”, Papirüs, Ocak 1999

YARIN: BİYOLOJİK EŞE YABANCILAŞMA