Başlıktaki soruyu sormak zorundayız. Çünkü resmi açıklamalar ile uygulamalar arasında bir örtüşme yok. Son Milli Güvenlik Kurulu bildirisinden başlayalım. Bildiride, “PKK/KCKPYD/YPG’nin ve ona sağlanan desteğin bölgemizdeki tüm unsurlarıyla birlikte bertaraf edileceği, millî güvenliğimiz ve komşularımızın toprak bütünlüğü hilafına herhangi bir oldubittiye fırsat verilmeyeceği” belirtildi. Ama daha bildirinin mürekkebi kurumadan bir başka haber basına yansıdı. Milli Savunma Bakanlığımız, Afrin’de Suriye Milli Ordusu için Harp Okulu kurmuş. Peki buradan mezun olanlar kimin emrinde olacak? Hangi devletin sınırları için canını feda edecek? Suriye mi? Suriye’nin Ordusu var zaten.

Ankara bir yandan, ABD’nin PKK/PYD vasıtasıyla Suriye’yi bölmesine karşı bildiriler yayınlarken, Suriye’nin içinde farklı bir ordu inşa etmeye girişiyor. Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak hedefiyle bu uygulamanın uzaktan yakından ilgisi yoktur. Suriye’de ayrı otoriteler kurmanın, ABD’den emir alan PKK’nın özerk yönetim inşa etmesi ile özünde bir farkı bulunmuyor.

PAZARLIKLA OLMAZ

Ankara’nın Suriye’ye yönelik politikasında 2017 sonundan itibaren bir ray değişimi var. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra bu bir tercih değil hayatın dayattığı bir zorunluluktu. Astana süreciyle başlayan bu değişikliğin bütün bölge ülkeleri lehine olumlu sonuçları oldu. Buna karşın son 6 yıldır devam eden bu süreçte birbiriyle çelişen uygulamalar devam edegeldi. Astana ile Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması hedefini benimsediğini ilan eden Ankara, diğer yandan Suriye’nin içinde ayrı otoriteler oluşturma faaliyetine girişti.

Bu çelişkili durumun esas nedeni, Ankara’nın Washington, Moskova ve Tahran ile pazarlıkları esas alan bir stratejiyi esas almasıdır. Ankara’nın politikalarına yön veren temel motif, ABD’ye karşı Rusya ve İran ile, İran ve Rusya’ya karşı ABD ile pazarlıkta kullanılacak kazanımlar elde etmektir. Bu ise aslında Türkiye’nin esas hedefiyle çelişmektedir. Şöyle açalım: Suriye’nin bölünmesi projesinin arkasında Rusya ve İran değil, ABD vardır. PKK, ABD’nin aletidir. Dolayısıyla ABD, Rusya ve İran, Türkiye’nin çıkarları açısından birbiriyle eşit olarak değerlendirilemez. Rusya ve İran çıkarları gereği, Türkiye gibi Suriye’nin bütünlüğünden yanadır. Unutmayalım aynı zamanda, ABD Türkiye’nin altını oyarken, Türkiye’nin bütünlüğü bu iki ülkenin çıkarınadır. Bu durumda, çıkarları ortak olanların birbirleriyle aynı hedefte buluşup bir ağırlık oluşturmaları gerekir. “Rusya da şunu yaptı, İran bunu yapıyor” gibi bahaneler uydurarak şu temel gerçeğin üstü örtülemez: ABD, Irak’ı, Suriye’yi, İran’ı ve Türkiye’yi bölmeye çalışan ana odaktır. “Efendim, ABD pek sıcak bakmıyormuş da, terör örgütü Suriye'nin kuzeydoğusunda seçimler yapmak istiyormuş”. Bırakalım bu martavalları. ABD istemeden terör örgütü Suriye’de bir adım bile atamaz.

ATLANTİK ESARETİNE DEVAM MI?

Sonuç olarak şunu vurgulayalım: Suriye’nin bölünmesinin önlenmesi, Türkiye’nin Atlantik cephesi ile bağlarından kurtulmasına bağlıdır. “Bugün ABD ile yarın, Rusya ile, öbür gün Çin ile pazarlık yapar yolumuza devam ederiz” stratejisiyle Türkiye’nin çıkarları savunulamaz.

Meselenin özü, çok kutuplu dünyada Türkiye’nin Atlantik’in esiri olarak kalmaya devam edip etmeyeceğidir. Ankara’da Atlantik’e bağlı odakların bu esaretin devamı için çalıştığı görülüyor. Ama Türkiye’nin çıkarlarının Atlantik hegemonyacılığına karşı etkin bir strateji izlemeyi gerektirdiği net bir şekilde ortada.