Laiklik karşıtı uygulamalara yasallık kazandıracak bir Anayasa değişikliğinin yapılması, mevcut yasaların bu değişikliğe uygun biçimde yeniden düzenlenmesi gerekmez mi?

Anayasa’da yer alan ünlü ifade şu şekilde değiştirilebilir: “Türkiye laik olmayan bir sosyal hukuk devletidir.” Ya da daha samimi bir ifade: “Türkiye ne laik ne de sosyal bir hukuk devletidir.” Ya da “Bir hukuk devleti olmayan Türkiye laik ve sosyal değildir.” Boşlukları herkesin kafasına göre doldurabileceği şu kısa ifade mevcut durumu belki daha iyi yansıtır: “Türkiye bir devlettir.”

Ya da heybetli bir ifade: “Türkiye millî şuur ve ülküleri Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından belirlenen, tasada ve kıvançta ortak olan Reis ve danışmanlarının anayasa yaptığı ve kanun çıkardığı, laik ve sosyal olmayan bir fakir fukara garip guraba devletidir.”

Böyle bir değişiklik anayasanın samimiyet ilkesine uygun düşer ve bizim gibi yurttaşların kendilerini enayi gibi hissetmelerini önler.

Bende sanırım bir tür bütünsellik ve tutarlılık saplantısı var, üzerinize afiyet... İnsanın yalan söylememesi, yasaların gerçek hayatla uyum içinde olması, görüntüyle gerçeğin örtüşmesi bence çok önemli. Abartıyor da olabilirim.

Fakat bütün bunları Sayın Diyanet İşleri Başkanı’nın İskilipli Âtıf’ın resmi önünde geçen sene yaptığı bir konuşmayı izlerken düşündüm. Karadeniz’in bir dağ köyünde jandarma görmesin diye Kurân’ı taş duvardaki kovuklara nasıl sakladıklarını, “Aman Yarabbi!” diyerek anlatıyordu. Sayın Cumhurbaşkanı da geçenlerde Mevlidi Nebi Haftası münasebetiyle nutuk söylerken, “Allah Allah nidalarıyla vatanlaştırılan bir ülkenin camileri, minareleri tam 18 yıl boyunca ezanı muhammediye hasret bırakılmıştır” şeklinde bir ifade kullandılar. İnsan şüpheye düşüyor. Acaba biz aynı ülkede yaşamadık mı? Müslümanları gettolara mı kapatmışlardı?

Sayın Diyanet Başkanı, konuşmasının devamında, “Şu anda bizim 4 yaşında, 5 yaşında, 6 yaşında, ülkemizde 50 bine yaklaştı öğrenci sayımız (var), resmî, kayıtlı” dedikten sonra, şöyle ifade buyuruyorlar: “Her mahallede ... Sıbyan Mektepleri’ni ihya edelim yeniden. Bu fırsatı iyi değerlendirelim.”

Fırsatı değerlendirerek zamana oynama stratejisi gerçekten çok kuvvetli. İdeolojik iklimle birlikte nesil değişiyor. Büyük Ortadoğu Projesi’nin ideolojik yönü olarak ülkemize 1980’de dayatılan “ılımlı İslam projesi”nin sağladığı konjonktürel fırsatın topyekûn iktidar amacıyla değerlendirildiğini anlıyoruz, farkındayız.

Fakat yüksek makamlardan söylenenlere toplumun geniş kesimi inanıyor. Tıpkı fasulye olayındaki gibi. TÜBİTAK’ın (Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu!) ödüllendirdiği bir projede Kurânı Kerim dinleyen fasulye, ArabeskRap dinleyen fasulyeden üç kat daha hızlı büyümüştü. Yirmi gün içinde birinci fasulye 31 santimi mütecaviz bir yüksekliğe ulaşırken, ikincisi 13 santimde kalıyor. Kurumun başındaki bilimsel yetkililer, projenin adına “Canların gıdası Kurânı Kerim” koymuşlar ve bu yöntemin bütün tarım alanlarına uygulanmasını tavsiye ediyorlar. Düşünebiliyor musunuz, buğday tarlaları, bostanlar, zeytinlikler, meyve bahçeleri...

Aslında bu gibi yöntemler bence fabrikalarda emeğin üretkenliğini artırmak ve devlet dairelerinde memurların zihnine küşâyiş (parlaklık) vermek için de kullanılabilir, üretim ekonomisinin ve kalkınmanın motoru olur.

Ben bu türden proje ve söylemlere karşı değilim, samimi söylüyorum. Zira bunların halk kitleleri üzerinde uyandırıcı etkisi olduğuna, kısa sürede çok olumlu siyasî sonuçlar doğuracağına inanıyorum. Zira bir sosyalist olarak milletimizin “mâşeri şuuru”na (toplumsal vicdan) güveniyorum; bu ülkenin kurucu ilkelerinin güçlü olduğuna, Mustafa Kemal hayranlığının çok derinlere nüfuz etmiş birleştirici bir tarihsel anlam taşıdığına inanıyorum.

Çıkarsınlar laikliği Anayasa’dan! Tutarlılığın ve dürüstlüğün icabıdır. Siyasî iktidarın her gün ayaklarının altında çiğnediği bir ilkenin anayasada ne işi var? Böylece kimse kendini aldatmaz, ne yapacaksa yapar. Biz savunuruz laikliği. Böylece süreç herkes için hızlanır.