Cem Gürdeniz'in '21. yüzyılda Mavi Vatan nedir?' başlıklı yazısı şöyle:
Denizlerle çevrili Anadolu’yu yurt edinmiş atalarımız, gelecek nesilleri böyle bir vatan seçmekle ödüllendirmiştir. Osmanlı üç kıtada bir imparatorluk kurmuş olmasına ve siyasi coğrafyasının gereksinimlerine rağmen, yaşamsal önem taşıyan deniz gücünü 16. yüzyıl dışında kuramsal anlamda bile kavrayamadı. Böylece sadece jeopolitik olarak denizlerden uzaklaşmadı, aynı zamanda denizcileşemedi. Denizde ve denizcilikte geri kalışımızda, bilim ve teknolojide geri kalma kadar, en güçlü dönemde denizci ülkelere verilen kapitülasyonlar da önemli rol oynadı. Kapitülasyonları dayatanlar, okyanuslara yayılıp, yeni sömürgelerle zenginleşirken, bu yeni rekabet ortamına, başka oyuncuların çıkmasını engellediler. Türklerin denizcileşmesi ve denizde güçlenmesini önlemek için her şeyi yaptılar. Deniz tarihimiz denizci devletlerin Çeşme, Navarin, Sinop gibi kalleşçe baskınlarıyla doludur. Maalesef bu baskını yapanların çoğunluğu, bugün müttefikimizdir. Benzer bir baskını 20082016 arasında FETÖ üzerinden uyguladılar.
DONANMASIZLIK VATAN KAYBETTİRİR
Denizlerdeki gerileme ve donanmasızlık, imparatorluğun duraksaması ve çökmesi ile ardı ardına toprak ve can kayıplarına ve sonunda Anadolu’nun işgali ile neredeyse Türklerin tarihte ilk kez vatansız kalması aşamasına gelmesine sebep olmuştur. Sevr gerçekleşseydi kızgın çöllerde çobanlığa düşecek Türk milletini, Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Kurtuluş Savaşı kurtardı. Aslında bugün, 97. yılını idrak ettiğimiz Lozan Barış Anlaşması'yla yırtılıp çöpe atılan Sevr Haritası, emperyalizmin 18. yüzyıldan itibaren Türklere biçtiği vizyonun bir yansımasıydı. Yunanistan’ın kurulması; 93 Harbi sonrası Kıbrıs’ın, Balkan Savaşlarında Ege Adalarının kaybı; İkinci Dünya Savaşı sonunda 12 Adaların Yunanistan’a bırakılması hepsi Türkiye’nin denizlerden koparılmasına yönelikti. Sevr haritası, açık deniz ve okyanuslardan koparılmış, her taraftan kuşatılmış, bir daha Avrupa’ya asla tehdit olamayacak şekilde Türkleri karaya gömen bir haritaydı. Bu haritaya Türkiye önce Kurtuluş Savaşı ve Lozan Anlaşması daha sonra Montreux Sözleşmesi ve Hatay’ın Anadolu’ya katılmasıyla gereken cevabını verdi. Ancak emperyalizm asla vaz geçmediğini Atatürk’ün vefatından sonra hatırlattı. Bugün de emperyalizmin inatçı tutarlılığını Suriye’den Libya’ya; Irak’tan Azerbaycan’a Karadeniz’den Ege ve Doğu Akdeniz’e her türlü kışkırtma ve tehdit ile yaşıyoruz.
NATO VE EMPERYALİZM
Türkiye’nin 1946 sonrası AvrupaAtlantik blokta yer alması ve 1952 sonrası NATO üyeliği Anadolu jeopolitiğini emperyalizm emrine sundu. Türkiye, kara cephesinde ucuza mal edilen askeriyle Sovyet tümenlerini durduracak; havada da gerekirse nükleer silahlar başta olmak üzere Washington planlarına göre verilen görevleri yerine getirecekti. Denizde Türkiye’nin görevi Karadeniz ile sınırlandırılmıştı. Emperyalizm, denizlerde ve okyanuslarda ilerde kendine rakip olabilecek yeni oyunculara tahammül etmez. Türk deniz gücü kıyılarda kalmalıydı. Bu durum içimizdeki karacı yönetici elitin de işine geldi. Örneğin, çevre denizlerde NATO sorumluluk sahaları tahsis edilirken, Ege ve Doğu Akdeniz’i Yunanistan’a bırakacak kadar aymazlık içinde kaldık. Eğer 1963 Kıbrıs krizi ortaya çıkmasaydı, NATO’nun ışıltısıyla büyülenmiş Türkiye yöneticileri, Akdeniz ve Ege’de deniz tatbikatı yapmayı bile düşünemeyecek duruma gelmişlerdi. Deniz Kuvvetlerinin uyanışı Kıbrıs’ta 1963 kanlı Noeli ile başladı ve 11 yıl sonra Türkiye, 20 Temmuz 1974 günü emperyalizm karşısında Kurtuluş Savaşından sonra ikinci zaferini elde etti. O gün emperyalizmin Türkiye’yi güneyden kuşatmasına son verildi. Artık Deniz Kuvvetleri için Ege ve Akdeniz’deki hayati hak ve çıkarların korunması ve geliştirilmesi gereken en önemli ve öncelikli değerlerdi.
AÇIK DENİZLERE DOĞRU
Akan yıllar içinde ve özellikle soğuk savaş sonrasında Türkiye, sadece donanma alanında pek çok yönden deniz uygarlığına sahip ülkeler arasına girebilecek gelişme ve kazanımları elde etti. Bu dönem 1994 sonrası ‘’Açık Denizlere Doğru’’ doktrini ile donanmanın gelişimini her yönde tetikledi. Bu başarı grafiği Cumhuriyet Donanmasının gerek Ege ve Akdeniz’de ganbot diplomasisi; Karadeniz’de ise donanma diplomasisi üzerinden etkin kullanımı ile kuantum sıçraması düzeyinde yükseldi. 2009 yılından itibaren donanmanın Hint Okyanusunda sürekli varlık göstermesi bu süreci hızlandırdı. 2011 yılında kendi dizaynımız olan TCG Heybeliada korvetini %70 ulusal katkı ile İstanbul Pendik Tersanesinde gerçekleştirmesi başarı grafiğine son noktayı koydu. Bu başarıların ödülü maalesef hükümet, parlamento, muhalefet ve yüksek komuta heyetinin gözleri önünde Ergenekon, Kafes, Poyrazköy, Balyoz, Askeri Casusluk gibi isimli tertip davalar ile alındı. Türk Deniz Kuvvetleri hizaya sokulmalıydı. Milletinin kuvvet ve komuta yapısı ile gurur duyabileceği bu üstün donanmanın en az gemileri kadar kıymetli 40 amiral ve 400 denizcisi sahte delil ve iftiralarla tasfiye edildi. Hapse atıldı. Türk deniz tarihinin bu en karanlık dönemi 2014 sonrası kapanma sürecine girdi. Hükümet, devlet yönetme ve ulusal çıkarları koruma sorumluluğunu hatırladı. 15 Temmuz 2016 FETÖ darbesi sonrası Türkiye’nin jeopolitik ve dolayısı ile ulusal çıkarlarını savunma refleksinde önemli değişim yaşandı. Bu değişimde zengin hidrokarbon kaynaklarına sahip Doğu Akdeniz’in deniz yetki alanları paylaşım mücadelesi en önemli rolü oynadı. Bu sürecin adı 2006 yılında tanımladığım Mavi Vatan sembolü ile öne çıktı. Türk halkı bu kavramı sevdi. Donanmaya olan ilgisi katlanarak arttı. Kumpas davalarda deniz kuvvetlerinin hedef alınması ve çok büyük yaralar almasına rağmen Ege ve Akdeniz’de üstün başarılar sağlaması; ulusal savunma sanayinin gelişiminde lokomotif rol oynaması bu süreci ivmelendirdi. Bu ivme, jeopolitik bir deniz çıkar kavgasının zamanın ruhuna sunduğu bir ortamda, sosyal medya başta olmak üzere bilginin çok hızla yayılmasının oluşturduğu koşullarda yükseldi. Mavi Vatan bu ilginin somut bir sembolü oldu.
NEDİR MAVİ VATAN?
Mavi Vatan bir kavram, bir sembol ve aynı zamanda doktrindir.
Kavram olarak Türkiye’nin ilan edilmiş veya edilmemiş tüm deniz yetki alanları (iç sular, karasuları, kıta sahanlığı, Münhasır Ekonomik Bölge) akarsu ve göllerini kapsamına alır. Mavi Vatan, tam anlamıyla, 2645 Doğu Boylamları ve 3642 Kuzey enlemleri arasındaki ana vatanımız üzerindeki stratejik egemenliğimizin denizler ve deniz diplerindeki uzantısıdır. Mavi Vatan, 2545 Doğu Boylamları ve 3343 Kuzey enlemleri arasında kalan tatlı ve tuzlu su kitlesi üzerindeki yetki ve ilgi alanlarımızın adıdır.
Sembol olarak Türkiye’nin 21. yüzyılda yüksek stratejik hedefi olması gereken devleti ve halkı ile denizcileşmesinin sembolüdür. Türkiye’de yüzyıllardır hâkim karacı devlet anlayışını denize ve denizciliğe yönlendirmeyi ve bu şekilde halkın denizcileşmesini sağlamayı sembolize etmektedir.
Doktrin olarak Anadolu’yu çevreleyen denizlerle, Anadolu periferisindeki diğer okyanus ve denizlerdeki hak ve çıkarlarını korumaya ve geliştirmeye yönelik jeopolitik bir yol haritasıdır. Böylece kendine özgü özellikler taşıyan, denize ve denizciliğe ait ilke ve düşünceler, jeopolitik bir bütünlük içinde yol gösterici öğretiye dönüşerek, geleceğimizi jeopolitik etki alanları ve savunma eksenleri perspektifinden tarif edebilecektir. Tek kutuplu dünya düzeninden çok kutuplu düzene; Atlantik Çağından Asya Çağına geri dönülmez geçiş döneminin yaşandığı bugünkü küresel süreç içinde, Doğu Akdeniz, Ege, Karadeniz ve Boğazlar üzerinde Türkiye’nin jeopolitik kontrolünü güçlendiren yeni fırsatlar sunabilecektir. Türkiye’nin küresel, kıtasal ve bölgesel ilişkiler manzumesinde yepyeni fırsat ve değişim pencereleri açabilecektir. Doğal olarak bu doktrin, Türkiye’nin uluslararası hukuktan meşruiyetini alan deniz yetki alanlarına hakimiyet ile bu alanları jeopolitik, siyasi, diplomatik, askeri ve ekonomik boyutlarda etkileyecek karadaki ve havadaki oluşumları tetikleyecek yetenek ve irade sahipliğini gerekli kılar.
MAVİ VATAN SİYASET ÜSTÜDÜR
Mavi Vatan, Büyük Stratejiyi (Grand Strategy) ilgilendirir. Bağımsız dış ve güvenlik politikasını savunur. AB ve ABD’nin saldırgan realist siyasetine karşı, savunmacı realist bir çerçeve sunar. Kalıcı ittifak ve bloklaşmalara uzaktır. Ancak ‘’devletlerin sürekli düşmanı ve dostu yok, çıkarları vardır’’ prensibinden hareketle deniz hak ve çıkarlarımızın korunmasına yönelik konjonktürel geçici ittifaklara ve iş birliğine açıktır. Atatürk çizgisindeki iç ve dış barışın tesis ve idamesini esas alır. Çevrecidir. Bu nedenle denizokyanus ekolojisinin gezegendeki doğal döngünün ana belirleyicisi olduğu hakikatine sadıktır. Tartışmalı alanlarda gücünü uluslararası hukuk, hak ve nısfetten alan adil ve hakça paylaşımı savunur. Ancak karşısına çıkarılan Seville Haritası gibi maksimalist haritaları tüm gücü ile reddeder.
DENİZDEKİ SEVR'İ REDDEDER
Mavi Vatan, Türkiye’de hangi iktidar yönetimde olursa olsun uygulanması gereken bir paradigmadır. Gerçekte Mustafa Kemal Atatürk ile başlayan bir sürecin de tanımıdır. Atatürk’ün Montreux Sözleşmesi ile Türk Boğazlarının tam egemenliğini geri alması bu sürecin ilk adımıdır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, Ege Kıta Sahanlığı, Karasuları ve Kardak krizlerinin yönetimi bugüne kadar uygulanan başarılı aşamalardır. Diğer yandan bugün karşımızda yakıcı bir gerçeklik vardır. Ege ve Doğu Akdeniz’de GKRY ve Yunanistan üzerinden emperyalizm, Mavi Vatandan kabaca 200 bin km kareye yakın bir alan (50 bin km. kare Ege, 150 bin km. kare Akdeniz) çalmaya yeltenebilmektedir. Bu nedenle söz konusu süreç için İkinci Sevr tanımlamasını yapmaktayız. Bu süreçte öncelikle söz konusu tehdidin ve Jeopolitik farkındalığın sağlanması esastır. Deniz Yetki alanlarımızın oluşturduğu kabaca 462 bin km karelik bir alan bize sadece ekonomik zenginlik potansiyeli sunmuyor, aynı zamanda savunmasının denizden başladığı yarımada devletimize derinliğine savunma ve jeopolitik manevra alanı sağlıyor. Unutulmamalıdır ki, Mavi Vatan kavramı, bugün Ege ve Doğu Akdeniz’de karşı karşıya kaldığımız bir konjonktürde karadaki Misakı Millînin denizdeki karşılığıdır. Mavi Vatan, Atatürk’ün 1 Eylül 1922 sabahı ordularına verdiği ‘’İlk Hedefiniz Akdeniz’dir’’ direktifinin ikinci cephesidir. 21. yüzyılda Denizcileşmesi kaçınılmaz olan Türkiye’nin vatan kavramını yeniden tarifi, coğrafi egemenliğimizin denizdeki uzantısıdır.
MAVİ VATAN ÜZERİNDEN İKİNCİ SEVR'İ YIRTMAK
1920’lerde yenilmiş ve işgale uğramış bir imparatorluk kalıntısı üzerinde anavatanını koruma ve Sevr’i yırtıp atma güdüsü ile kısa süre içinde Kurtuluş ve Kuruluşu başaran Türk ulusu, 21. yüzyılda Ege ve Doğu Akdeniz’deki mavi vatan işgal teşebbüsünü def etmelidir. Bu ancak partiler üstü milli bir konsensüs ile gerçekleşebilir. Bugün Mavi Vatan bir doktrin olarak hazırdır. Ancak hükümet muhalefet ve parlamento marifetiyle askeri, diplomatik ve ekonomik alt stratejilerle desteklenmesi ve tüm bunların uzun erimli bir siyasa belgesi ile sonuçlandırılması gerekir. Mavi Vatan doktrini günlük kararlar üzerinden değil, milli güvenlik siyaset belgesi gücünde kurumsal bir rehber ile uygulanmalıdır. 100 yıl sonra denizde karşı karşıya kaldığımız ikinci Sevr belası ancak toplumsal mutabakat, birlik ve beraberlikle yırtıp atılabilir.
BİR ÖNERİ: Mavi Vatanı temsilen Karadeniz, Marmara Denizi, Ege ve Akdeniz deniz sularını taşıyan 4 temsili kap, Anıtkabir’de anavatanımızın vilayetleri ve KKTC’yi temsil eden toprak kapların yanında yerini almalıdır.