Almanya’da Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri sonuçları çarpıcı; Şansölye Angela Merkel’in Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) büyük oranda oy kaybetmesine rağmen yüzde 22.6 oyla birinci parti olurken, Sosyal Demokrat Parti (SPD) büyük bir oy kaybı yaşayarak yüzde 15.8 oyla ikinci parti olma özelliğini kaybetti. Buna karşın Yeşiller Partisi bir önceki seçime göre oylarını ikiye katlayarak yüzde 20.5 oy ile Almanya geneli bir seçimde ilk kez ikinci parti oldu.
Almanya’da son yıllarda yükselişte olan ve AP seçimlerinde de yüksek oy alması beklenen Almanya için Alternatif Partisi (AfD) ise yüzde 11 oy alarak anketlerin öngördüğü oranın altında kalsa da, önceki seçime göre yüzde 3.9 puan artırarak dördüncü parti oldu.
Seçim sonuçlarını birçok farklı açıdan ele alıp yorumlamak mümkün. Ancak dikkatli bakıldığında popülist politikalar izleyen partilerin rağbet görmesi bu seçimden elde edilen önemli bir veri olarak öne çıkıyor. Bu zamana kadar özellikle sağ popülist partinin yükselişi birçok yazıya konu oldu. Almanya’daki aşırı sağ popülist partinin Avrupa’daki diğer ülkelerdeki aşırı sağa göre daha düşük oy almasının önemli birkaç sebebi var.
Birincisi Avrupa bugün Almanya sayesinde ayakta kalabiliyor. Avrupa Birliği’ni devam ettirmek isteyen partiler kamuoyunda ağırlığını sürdürüyor. İkinci nokta Almanya’nın Hitler travmasından dolayı popülist partinin daha çekingen ve siyasi sahneye görece geç girmiş olması. Fakat AfD’nin giderek Doğu Alman eyaletleri veya Dresden gibi Almanya’nın doğusundaki büyük kentler dışında, Münih gibi kentlerde Alman üst orta sınıfının oyunu toplamaya başlaması, orta vadede bu hareketin daha da ivme kazanacağını gösteriyor. Orta sınıf zamanla ırkçılık damgası yeme yönündeki çekincesini üstünden attıkça bu siyasi hareketi açıkça destekleyenlerin sayısının hızla artacağını söylemek mümkün.
Seçim sonuçlarındaki asıl can alıcı nokta, Almanya özelinde Yeşiller’in aldığı oy oranı. Görünen o ki, AfD’yi büyüten toplumsal kriz Yeşiller’in de güç toplamasını beraberinde getirmiştir. Bu durumda şu soru yerinde olacaktır: Yeşiller de popülist bir parti, popülizmin başka bir yüzü sayılabilir mi? Popülizm yalnızca ırkçılıkla eşitlenecek bir akım mıdır? Şüphesiz değildir. Özellikle son 30 yılda neoliberalizmle derinleşen toplumsal eşitsizlikler, hızla aşınan sosyal devlet yapısı, giderek ağırlığını kaybeden sendikal örgütlenmeler Avrupa’nın gündemine yeniden sınıf çatışmalarını sokmuştur.
Bu bağlamda merkez kapitalist ülkelerde gittikçe keskinleşen sınıf çatışmasının üstünü örterek çatışmaları farklı siyasi alanlara çeken her hareketi popülist akım içinde değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Yeşiller de ‘özgürlükçü sol’ görünümü altında fakirleşen orta sınıfın bilincini iklim, çevre sorunları ve kimlik sorunu gibi tartışmalarla bulanıklaştırmaktadır. AfD toplumsal çatışmaların özünü nasıl ırkçılıkla perdeliyorsa, Yeşiller de bunu iklim hassasiyeti ve kimlik siyaseti aracılığıyla yapmaktadır.
İlk kez sandığa gidenler A oy dağılımı
Soldan ve sağdan yükselen popülist dalgaya karşın toplumsal krizin gerçek nedenleri yine merkez partilerin temsilleri tarafından dile getirilmeye başlamıştır. Geçtiğimiz ay Almanya’da konut sorununun gündeme geldiği ve yurt çapında eylem hazırlıkları yapıldığı ortamda Alman ‘Die Zeit’ gazetesi konuyla ilgili SPD’nin gençlik kolu Genç Sosyalistlerin (Jusos) başkanı Kevin Kühnert’le röportaj yapmış, Kühnert’in şu sözleri haftalarca konuşulmuştu: “Halkın barınma ihtiyacı üzerinden geçinmek yasal bir iş modeli olmamalıdır. Herkes kendi ikamet ettiği konutun sahibi olmalıdır. Böylece kiralama piyasası özel sektörün elinden çıkar.” Kühnert aynı söyleşide kapitalizmden kurtulmanın tek çıkış yolu olduğunu söylerken özel mülkiyetin sınırlarını da çiziyordu: “BMW gibi şirketleri kolektifleştirmeden kapitalizmin üstesinden gelmek mümkün değildir. Şirket kârlarının demokratik kontrol altında olması gerekir.”
Bugün büyükşehirlerdeki konut sorununun kaynağı olarak görülen emlak tekellerinin de kamulaştırılmasını talep eden Kühnert’e önce kendi partisinden tepkiler geldi, ardından diğer partiler de dahil olunca kamuoyu istemeden de olsa günlerce sosyalizmi tartıştı. Kühnert’in fitillediği bu tartışma basit bir polemik gibi görünse de, bu olayı iklim sorunu ya da ‘mülteci krizi’ gibi tartışmaların gündemi belirlediği bir ortamda yeni bir hat çizme çabası olarak değerlendirmek yerinde olacaktır.
Bu seçimlerde ağır yara alan SPD’nin, solun geleneksel çizgisine dönerek yeniden güç toplayıp toplayamayacağı, bu hattın ne kadar tutarlı biçimde devam ettirileceğine bağlıdır.