Son birkaç yılda açık kaynaklara düşen bazı haberlerin başlıkları şöyle:
– İngiltere’de Alevilik resmen tanındı.
– Almanya’da Alevilik resmen tanındı.
– Avusturya’da Alevilik resmen tanındı.
– İsviçre de Alevileri tanıdı.
Hatta bir adım daha ileri gidelim:
* Kuzey RenVestfalya eyaletinde Alevilik ayrı bir din olarak tanındı.
Bu haberlerin ortak paydası şudur: Avrupa ülkelerinde Alevilik devlet nezdinde adım adım tanınıyor. Avrupa’da örgütlü Alevi kurumlarının önemli kısmının PKK/etnik ayrılıkçı eğilimli olduğu sır değil. Doğal olarak Avrupa’da kurumsallaşan ve Avrupalı devletler nezdinde tanınan bir Alevilik, üstelik etnik ayrılıkçılığın inisiyatifi ile kurumsallaşan bir Alevilik, ülkemizi de etkileyecektir.
AVUSTURYA’DA NELER OLUYOR
Etnik ayrılıkçı çevrelerin etkisi altında olmayan ALEVİ Kurumu, Avusturya’da Aleviliği İslam içi bir inanç olarak devlet nezdinde ve resmi olarak tanıttı. Etnik ayrılıkçı çevrelerin etkisi altında olan Avusturya Alevi Bektaşi Federasyonu (AABF) ise, bu gelişmeye adeta bayrak açtı. Önce 19.01.2019 tarihinde tüzük değişikliğine gitti. Daha sonra 10.12.2019 tarihinde, bu tanınmayı iptal etmek için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) resmen başvurdu.
AABF, yeni tüzüğünde şu değişikliklere gitmiş ve adeta çağdaş Hariciliğin yani Ali’siz Aleviliğin tarifini yapmıştır:
Sırasıyla bakalım:
– Aleviliğin doğuşu tek tanrılı dinlerin “çok öncesine” dayandırılmış: “(Alevi) İnancımız tek tanrılı dinlerin kuruluş sürecinden çok öncesine dayanmaktadır.”
– Aleviler, Müslüman hâkimiyetini dengelemek için İslami isimler almışlar: “… atalarımız Küçük Asya ve Orta Doğu’daki Müslüman hakimiyetine karşı denge oluşturma amacıyla Aleviler / Alevi adı altında adlandırıldı.”
– Hünkâr Hacı Bektaş Veli adından “Hacı” unvanı çıkarılmış: “İnanç önderimiz Hünkar Bektaşi Veli”
– Yeni tüzükte Avrupalı kimliğine özellikle vurgu yapılıyor: Kendimizi “AvrupayiAlevi İnanç Topluluğu Avusturya” (kısaca: Avusturya Alevileri) olarak adlandırıyoruz. Burada “Avrupayi” kelimesini, Avrupa’da yaşayan, yasalar önünde eşitlik, dini özgürlük, örgütlenme özgürlüğü gibi değerlere karşı olumlu tutumumuzu göstermek/vurgulamak amacıyla kullanıyoruz.”
– Alevilik, tek tanrılı dinlerden bağımsız bir inanç olarak tarif edilmiş: “Alevilik, Küçük Asya, Mezopotamya ve Orta Doğu’da tek tanrılı dinlerin ortaya çıkmasına rağmen, günümüze kadar özgünlüğünü koruyan, müstakil, nevi şahsına münhasır bir inançtır.” (Burada Anadolu veya Türkiye yerine Küçük Asya kullanımına da dikkat çekelim.)
– Alevilikte tarikat kapısındaki ibadet dilinin Türkçe olduğu gerçeği bulandırılmış. Avrupa dillerinde ibadete göz kırpılmış: “Avusturya’daki Alevilerin inanç ritüelleri çoğunlukla (toplumların geldikleri) bölgeye bağlı olarak genelde Türkçe, aynı zamanda Kürtçe veya Zazaca da yapılmaktadır. (…) Avusturya’da günümüzde örneğin inançsal ritüeller artık Almanca olarak da tutulmaktadır.”
– Yeni tüzükte “Alevi öğretisinin büyük Alevi inanç önderleri” arasında Ehlibeyt ve 12 İmam belirtilmemiş. Esasen tüzükte bir kere bile Ehlibeyt ve 12 İmam geçmiyor.
– Aleviliğin temel inançlarından biri olan ahret inancı reddedilmiş: “Alevilikte ölümden sonra cennet ve cehennem (anlayışı) yoktur.”
– İmam Zeynel Abidin aşkına kaynatılan aşure lokmasının nedeni tüzükten çıkarılmış: “13. gün Aşure; Anma ve oruç günleri; Umut ve hayatta kalma bayramı.”
– İnanç günlerinden 21 Mart’tan Hz. Ali’nin doğum günü kaydı çıkarılmış. Ayrıca Nevruz, etnik ayrılıkçı jargona uygun olarak “”Newroz” şeklinde yazılmış: “21 Mart – Newroz / Hewtemal; Gündüz ve gece eşitlenmesinin kutlanması, baharın başlangıcı ve doğanın canlanması.”
– İnanç günlerinden Kerbela Katliamı maddesinde İmam Hüseyin’in adı çıkarılmış: “12 günlük Muharrem/Matem Orucu; “Kerbela Şehitleri” anma ve oruç günleri.”
– Hızır orucundaki İslami motiflerin büyük kısmı önceki tüzüğün aksine yeni tüzükten çıkarılmış: “14 Ocak – 15 Şubat tarihleri arasında Hz. Hızır’ın (Koruyucu ve Tanrı, Allah, Hakk) onuruna oruç günleri.”
– Alevilerin şehadet kelimesi (Allah’ın birliği, Hz. Muhammed’in peygamberliği, Hz. Ali’nin velayeti) tüzükten çıkarılmış.
– Aleviliğin kaynakları arasında yer alan Kur’anı Kerim ve Hz. Ali’nin Nehc’ul Belağa’sı tüzükten çıkarılmış.
– Kerbela’dan bahseden bölümde İmam Hüseyin metinden çıkarılmış.
Yani özetle “Ali’siz Alevilik” Avrupa’da kazandığı mevzileri korumak ve yeni alanlar açmak için sürekli bir hareket halinde… Avrupa ülkelerinin ulusal ve yayılmacı hedeflerine uygun bir “Avrupayi Alevilik” inşasına gidilmektedir. Aleviliğin Türklük kökenleri ve İslam inançları budanmaktadır.
TEHLİKEYİ ARTIK GÖRELİM
Şu sorulara birlikte cevap arayalım:
* Anavatanında resmen tanınmayan ve başka ülkelerin millî çıkarları doğrultusunda resmen tanınan bir Alevilik üzerinde Türkiye’nin etkisi ne olacaktır?
* Avrupa devletlerinin kendi millî çıkarlarına uygun şekilde tanıyacakları bir Alevilik, ülkemizde ve özellikle Aleviler arasında nasıl yankılanacaktır?
* Etnik ayrılıkçılığın elinde kurumsallaşan ve örgütlenen bir Alevilik, ülkemiz ve milletimiz için açık bir tehdit hatta bir milli güvenlik sorunu haline gelmeyecek midir?
Bunların cevabını kestirmek zor değil.
Zor değil; zira en yakıcı örneğini bugünlerde yaşıyoruz. Alevi kamuoyunda çağdaş Hariciler olarak adlandırılan Ali’siz Aleviler, on yıllardır Türklüğe ve İslam’a adeta kin kusuyorlar. Yaptıkları sistemli ve programlı çalışmalarla, ekonomik kaynaklarla önemli mevziler de kazandılar. Düşünün; Hacı Bektaş Veli gibi Anadolu’da Türklüğü ve İslam’ı kökleştiren bir erenin evlatlarını bile saflarına çektiler.
Çağdaş Hariciliğin, en güçlü şekilde örgütlendiği yerin Avrupa olduğu sır değil. Açıkça görülmektedir ki, Ali’siz Alevilik, hem İslam ve hem de Türk düşmanlığını içeren operasyonel bir akımdır. Alevi toplumunu, Türklük ve İslam düşmanı haline getirmede kullanılan adi bir araçtır.
Unutmayalım ve kalın harflerle ifade edelim; Ali’sizlik hem Türklüğün ve hem de İslam’ın düşmanıdır. Üstelik bu düşmanlık, varlıksal düzeydedir.
Türkiye, devlet olarak Alevilik ve Aleviler konusunda üst üste hatalar yapmaktadır. Alevilerin temel taleplerinin karşılanmaması başta olmak üzere yapılan bu hatalar, uzun vadede sürekli hale gelirse ve Türkiye, devlet aklıyla Alevilerin temel haklarına dair isteklerini görmezden gelmeye devam ederse konu stratejik bir felakete evrilir. Daha açık konuşalım: Önümüzdeki süreçte Alevilik, bir millî güvenlik sorununa dönüşür.
Konu bu kadar ciddi, önemli ve hatta yaşamsaldır.
ALEVİLER TALEPLERİNDE HAKLIDIR
Dünyanın her yerinde, özellikle gelişmiş ülkelerde, bir inanç grubunun talepleri iki açıdan değerlendirmeye tutulur: 1) Uluslararası insan haklarına uygunluğu ve 2) ulusal güvenlik bakımından tehdit oluşturup oluşturmadığı. Özellikle halkı kin, nefret ve düşmanlığa tahrik edip etmediği son derece önem taşır.
Bu ölçütlere göre Alevilerin taleplerine baktığımızda…
Öncelikle Aleviliğin bir inanç olarak tanınması ve buna bağlı olarak talep edilen hususlar, evrensel insan hakları kapsamındadır. Nitekim Cem Vakfı’nın girişimi ile AİHM tarafında da bu husus kabul edilmiştir.
İkincisi; Alevilerin talepleri ulusal bakımdan bir tehdit unsuru taşımamaktadır. Alevilerin genel olarak millî değerlerimiz ile Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı olduğu açık bir gerçekliktir.
Üçüncüsü; Aleviler Türkiye’de vergisini veren, askerlik yapan kısaca bütün vatandaşlık görevlerini yerine getiren bir inanç grubudur. Alevilerin vergileri üzerinden başka inanç gruplarını finanse etmek etik olmadığı gibi, diğer inanç grupları için de bu durum, onur kırıcıdır.
Son olarak, Aleviler hiçbir inanç grubuna karşı kin ve nefret duyguları içinde değildir. Cemevlerinde de bu tür faaliyetler yürütülmez. Âşık Veysel meşrebince Aleviler “birlik” ve “barış” arzusu taşımaktadır. Alevilerin arzusu ibadetlerini yerine getirecekleri yerlerin varlığı ve diğer taleplerinin yerine getirilmesidir.
Görüldüğü üzere, Alevilerin taleplerinin karşılanması evrensel ve ulusal değerler bakımından hiçbir sakınca taşımamaktadır.
DEVLET AKLI NEDEN ÇEKİNİYOR?
Kendisini dindar olarak tanımlayan Sünni kesimde; “caminin karşısına yeni bir ibadethane dikilmesi” endişesini taşıdığı biliniyor. Yani camiye bir alternatif yaratılacağı endişesi…
Bilmek gerekir ki, cemevi caminin veya başka bir ibadethanenin muadili, alternatifi değildir. Aleviler cemevine ibadet etmek için gidiyorlar. İbadetlerini burada yerine getirmek istiyorlar.
180’i aşkın Alevi inanç ve kanaat önderinin imzalamış olduğu Alevilik Bildirgesi’nde konu şöyle açıklanmıştır:
“Cemevi”, bizim için yeni bir kavramdır. Tarihsel anlamda “cemevi” denilen ibadethanelere sahip değildik. Geleneksel olarak Kızılbaş olanlarımız, cemlerini dedelerin veya taliplerin evlerinde “meydan” adı verilen geniş bir odada, Bektaşî olanlarımız ise tekke ve dergâhlarda bulunan ve yine “meydan” adı verilen bölümlerde icra ederlerdi. Türkiye’deki dergâh ve tekkeler kapalı olsa da Türkiye dışındakiler hâlâ açıktır ve geleneksel işlevlerine devam etmektedir.
Günümüzde cemevleri, camilerin muadili olarak gösterilmektedir; oysa bu yanlış bir kullanımdır. Esasen cemevi ve cami, anlam itibarıyla neredeyse birebir aynıdır. Cemevi, “toplanma evi”; cami ise “toplanılan yer” anlamlarına gelir. Bununla birlikte cemevleri, camilerin değil tekkelerin ve dergâhların devamıdır. Yüzyıllar boyunca camiler insanların namaz kıldığı, tekke ve dergâhlar ise tarikat zikirlerini yaptığı yerler olarak yan yana yaşamış ve günümüze kadar gelmiştir. Diğer taraftan namaz şeriat kapısının, cem erkânı tarikat kapısının ibadetidir. Dolayısıyla hem tarihsel, hem teorik ve hem pratik olarak cemevi, caminin muadili olamaz.”
Özetle Alevi toplumu, camilere muadil veya alternatif bir ibadethane ihdas etmediğinin bilincindedir.
NEREDEN NEREYE?
Anadolu’yu Türkiye yapan, coğrafyayı vatana dönüştüren kişiler, bugünkü Alevilerin ataları olan Türkmen erenleridir; babalardır, dedelerdir.
Türklüğün olduğu her yerde “baba”, “dede” olarak anılan yer ve yerleşme adlarının olması bir tesadüf değildir. Dağı, taşı, suyu, tepeyi… kısaca her yeri Türklükle teçhiz eden bu gelenektir, bu bilinçtir.
Kurtuluş Savaşı yıllarında da Aleviler, yabancı güçler tarafından Atatürk ve arkadaşlarına karşı çok tahrik edildiler. Devşirilmeye çalışıldılar. Ancak hiç birine yüz vermediler ve saflarını Ankara Hükümeti’nin yanında tuttular. Türkiye’yi bir kere daha kurdular.
Ne yazık ki geldiğimiz durumda, Türkiye’yi Türkiye yapan Alevilerin taleplerini karşılamada Türk devleti isteksiz davranmaktadır. Öte yandan Türk ve İslam düşmanı bir çevre, yüzyıllarca Türklüğün bayraktarı olan Alevileri Türklüğe ve İslam’a düşman etmek için sistemli ve programlı şekilde nefes almadan çalışmaktadır.
Ümit edelim de, devlet aklı tehlikenin boyutunu anlasın. Fırtına büyümeden dindirilsin. Devlet aklı bu gidişe dur desin ve Alevilerin taleplerini aklı başında Alevi inanç ve kanaat önderleri ile karşılamanın yollarını arasın. Bir plan ve program dâhilinde talepler yerine getirilsin. Türk devleti, Alevilerin inanç ve ibadetlerine saygı duyarak, Alevilik konusunu milli bir çerçevede ele alarak Avrupa’daki yapıları da kapsayacak şekilde bir güç merkezi oluştursun.
Bu tutum, hem ülkemizin ve hem de milletimizin âli menfaatleri bakımından en yararlı olanıdır.
Kaynaklar:
1 Google’dan arama yaparak onlarca haber bulabilirsiniz.
2 https://www.setav.org/birsiyasiprojeolarakalmanislami/
3 Detaylı bir okuma için bkz.: Enes BayraklıHasan Basri YalçınMurat Yeşiltaş (Ed.), Avrupa’da
PKK Yapılanması, Seta. https://www.setav.org/kitapavrupadapkkyapilanmasi/
4 Metni ileten Ertürk Meral’e teşekkür ederim.
5 https://veryansintv.com/ataturkunyanindanocalaninemrineveliyettinefendinereyekosuyor/
6 Ali Rıza Özdemirİsmail Baki, Alevilik Bildirgesi, s. 5859.