El Beşir’in devrilişiyle eşgüdümlü olarak, Libya’da İhvan’ın desteklediği Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH)’ye karşı Haftar kuvvetleri büyük bir saldırı başlattı.
Ve son olarak Mısır’da, Müslüman Kardeşler’in siyasi kolu Özgürlük ve Adalet Partisi’nin adayı olarak 2012 Haziranı’nda Cumhurbaşkanı seçilen ve 2013 Temmuz’unda devrilip tutuklanan Muhammed Mursi, “casusluk” suçlamasıyla yargılandığı duruşma esnasında hayatını kaybetti.
Uzun yıllardan ve özellikle 2011 Arap Baharı sürecinden bu yana İhvan’a destek veren ABD ise, Mısır ve Suriye’deki yenilgileri sonrası “kullanışsız” hale gelen İhvan’ı terör örgütü listesine alacağını ilan etti.
2002’den bu yana İhvan üzerinden bölgeye yönelik siyaset sürdüren, İstanbul seçimlerinin “Binali Yıldırım ve Sisi arasında” geçeceğini ilan eden AKP ise, aynı süreçte hem seçimleri hem de Arap dünyasındaki müttefiklerinin büyük kısmını kaybetti.
Yukarıda sıraladığımız gelişmeler İhvan’ın bölgede yaşadığı aleni yenilgiye işaret ediyor.
İlk bakışta, emperyalizmin bölgedeki taşeronu İhvan’ın mağlubiyetini, haliyle olumlu bir gelişme olarak görebilir, hatta bütün gücümüzü mağlup kuvvetin bölgeden tamamen silinmesi için sarf edebiliriz.
Fakat bölgemizin yaşadığı sorunların tamamını İhvan ve benzerlerine bağlamak, kuklanın iplerini elinde tutan emperyalizmi unutmak ve aynı zamanda önümüze konulan yeni kuklaları kabul etmek anlamına gelmeyecek mi?
EMPERYALİZMİ UNUTABİLİR MİYİZ?
Geçen haftalardaki yazılarımızda, bölgede yaşanan gelişmelere, sosyoekonomik gerçekleri unutarak sadece jeopolitik gözlükle bakmanın hatalı tespitlere yol açacağı fikrini sıkça işlemiştik.
Keza aynı şekilde, süreci jeopolitik çıkarları göz ardı ederek bilimden uzak ideolojik saplantılar üzerinden değerlendirmeye kalkışmakta, gerçeği ıskalamak anlamına gelecektir.
İhvan’ın mağlubiyetine, Jeopolitik ve sosyoekonomik verileri bir araya getirip baktığımızda şu sonuçlara varıyoruz;
Siyasal İslam, bölge halklarına, Jean Jacques Rousseau’un ifadesiyle bir “toplum sözleşmesi” sunma konusunda başarısız olmuştur.
İktidar olduğu ülkelerde, var olan “Toplum Sözleşmesi”ni tahrip eden Siyasal İslamcı gruplar, iç karışıklıklar ve kutuplaşmalara zemin hazırlamıştır.
Yaşanan mağlubiyet üzerine, İhvan ve benzeri grupların bir kısmı, faaliyet gösterdikleri ülkelerde, Tunus örneğinde olduğu gibi “laik ve milliyetçi” hareketlerle uzlaşı yolunu seçmiş ve toplumsal mutabakatın sağlanması yolunda adımlar atarken, Suriye, Libya ve Mısır özelinde olduğu gibi teröre eğilim gösteren gruplar da ortaya çıkmıştır.
ABD kontrolündeki Büyük Ortadoğu Projesi’nin ana aktörü olan İhvan, projenin çöküşünden sonra Washington için “kullanışsız” hale gelirken, “terör örgütü” ilan edilmesi gündeme alınmıştır.
İhvan’ın yaşadığı mağlubiyetin nedenleri ve sonuçlarını değerlendirirken, bölgede emperyalizmle mücadeleyi sadece İhvan karşıtlığı üzerinden tanımlamanın yanlış olduğunu da belirtelim.
Bu bağlamda Mursi iktidarının ilk iş olarak, Mısır’ın 1979’dan bu yana diplomatik ilişki kurmayı reddettiği İran’ı ziyaret ettiğini hatırlatmakta yarar var.
ABD’nin sadık müttefiki Suudi Hanedanlığı’nın, Mısır’da Müslüman Kardeşler yönetimini iktidarlarına karşı bir tehdit olarak gördüğünü, İsrail’in ise İhvan’ın Hamas’a verdiği destekten dolayı büyük rahatsızlık yaşadığını ekleyelim.
Fakat diğer yandan aynı İhvan, Suriye’de ABD, Suudi Arabistan ve İsrail’le aynı cephede Esad iktidarına karşı savaşmakta bir beis görmemişti.
Keza Sudan’da, İhvan’a yakın El Beşir iktidarı, özellikle silah üretimi ve sevkiyatı konusunda İran’la işbirliği yaparken, aynı anda ülkenin istihbarat örgütü Afrika’da CİA’yle ortak operasyonlar sürdürebiliyordu.
Söz konusu örneklerden de anlaşılabileceği gibi, antiemperyalist bir gelenekten gelmeyen İhvan, emperyalizmin taşeronluğunu yapabildiği gibi, çelişki halinde kendi ajandasını uygulamakta ısrar eden bir hareket.
Dolayısı ile İhvan’ın mağlubiyetini, bölgemizden emperyalizmin defedilmesi şeklinde görmek, emperyalizmin “dere geçerken at değiştirebilme” yeteneğini yadsımak ve İhvan’ın mağlubiyeti üzerinde tepinerek, emperyalizmin yeni müttefiklerini ve planlarını es geçmek anlamına gelecektir.
İhvan’ın bölgesel mağlubiyetine, AKP’nin dış siyaseti açısından baktığımızda ise vahim bir tablo ortaya çıkıyor.
İHVAN SİYASETİNDEN KURTULMAMIZ ŞART
AKP, iktidarı aldığı andan itibaren, bölgede İhvan merkezli bir dış siyaset izledi.
Söz konusu dış politika, Mısır’da 2013 yılında Mursi iktidarının devrilişi ve Suriye’de Esad yönetiminin direnişiyle zayıfladı.
Büyük Ortadoğu Projesi’nin çöküşüyle beraber, AKP’yle ortak çıkar noktaları azalan ve yeni müttefik arayışlarına giren ABD, AKP’yi hedef alan ve siyaset değiştirmeye zorlayan bir politikaya yöneldi.
AKP ise Washington’un hamlelerini, İran ve Rusya’yla işbirliği üzerinden boşa çıkartmaya çalışan bir siyaset yoluna girdi.
Astana süreci ve S400 alımı bu sürecin billurlaşmış sonuçları olarak karşımızda duruyor.
Fakat AKP’nin, Mursi’nin ölümü sonrası yaptığı açıklamalarda da görüldüğü üzere, Arap coğrafyasına yönelik olarak İhvan politikası sürüyor.
Söz konusu ısrar ise başta Suriye ve Mısır olmak üzere komşularla ilişkilerin önünü tıkarken, Türkiye’nin ABD karşısında, Doğu Akdeniz ve diğer sorunlu alanlarda elini zayıflatmaya devam ediyor.
İç politikada ise, İhvan benzeri kutuplaştırıcı siyasetler nedeniyle, AKP İstanbul seçimlerinde büyük bir yenilgi yaşadı.
İçeride ve dışarıda ABD emperyalizminin baskısının arttığı süreçte, Türkiye’nin hatalarda ısrara veya hatalarda ısrar edenlere müsamaha gösterecek vakti olmadığı somut bir gerçek olarak önümüzde duruyor.
Türkiye, İhvan ısrarından vazgeçmesi halinde şu kazanımları elde edecektir;
Suriye’yle ilişkiler düzelecek ve Suriye’nin kuzeyinden ülkemizi tehdit eden PKK/YPG terör örgütlerine karşı ortak mücadele imkanları ortaya çıkacaktır.
Suriye üzerinden Rusya ve İran’la ilişkilerde, işbirliğinin derinleşmesini engelleyen tereddüt noktaları ortadan kalkacak ve müttefiklik ilişkileri sağlamlaşacaktır.
Doğu Akdeniz’deki kamplaşmada Mısır’ın kazanılması fırsatı ortaya çıkacak, en azından Kahire’nin Türkiye karşıtı cephede aktif bir biçimde hareket etmesinin önüne geçilecektir.
Müslüman Kardeşlerle gelgitli bir ilişkiye sahip Lübnan hükümetiyle, Doğu Akdeniz başta olmak üzere bölgesel sorunlarla ilgili işbirliği imkanları yeniden doğacaktır.
Libya’da taraf olmaktan çıkılacak ve Türkiye’nin çıkarlarına uygun, esnek bir diplomasi izlenmesinin yolu açılacaktır.
Stratejik bir konumda bulunan Sudan’da askeri varlığımızı istikrarlı bir biçimde sürdürme imkanı sağlanacaktır.
Özetle, İhvan’dan vazgeçmek, Türkiye’ye bölgede geniş bir hareket alanı açacak ve ABD’ye karşı mücadelede yeni ittifaklar kurma potansiyelini artıracaktır.
Türkiye’nin, aksi yönde ısrarlarla kaybedecek vakti ve enerjisi olmadığı ortadadır.
Aydınlık