İtalya’nın AB’den fikri ayrılış sürecinde Fransa’nın takındığı rol ve özellikle Macron yönetiminin dış politikada tek taraflı kararlar alması ve uygulamaları, bu iki ülkeyi karşı karşıya getiren önemli unsurlar.

TOLGA SAKMAN

Akdeniz’de en uzun kıyı şeritlerinden birine sahip olan İtalya, kendisini coğrafyaya hâkim kılan merkezi konumuyla Akdeniz’in sakin gücü olmaya devam ediyor. Ülkenin dış politikasında izlediği çoğu zaman karmaşık yol Afrika’yaBalkanlar’a ve hatta Doğu Akdeniz’e uzanan toprakları incelendiğinde kendini izah ve ifade ediyor. Dünya gündeminin en sıcak meselelerinden olan Doğu Akdeniz ve Libya konusu, Avrupa dinamikleriyle incelendiğinde ise İtalya’nın aldığı pozisyonun dikkat çeken ayrıntılar içerdiği görülüyor.

Avrupa fikrinden hızla savrulan İtalya’nın hareket kabiliyetindeki değişim ve genişleme, hissedilir şekilde nüfuz alanını da etkileyecektir. Türkiye ve İtalya’nın yapacağı rasyonel işbirliği Kuzey Afrika ve Akdeniz’deki stratejik düzen için gerekli olacaktır.

Tarihi gereği İtalya, eski sömürgesi Libya’yı kendi etki alanının bir parçası olarak görüyor. Libya'nın mevcut durumu İtalyan çıkarlarıyla epey ilintili ve İtalya Libya’nın hidrokarbon rezervlerine bağımlı olmasından göç ve terörizm gibi konulara kadar, diğer hiçbir Avrupa ülkesiyle karşılaştırılamayacak düzeyde, bu ülkeyle çoklu ilişkilere sahip. Bu sebeple Libya’da çatışma ortamı oluştuğu andan itibaren İtalya konuya müdahil oldu. Tunus’ta Birleşmiş Milletler (BM) Libya Özel Temsilcisi Gassan Selame ile birlikte İtalyan ve Libyalı yetkililer bir araya geldi; ardından darbeci General Halife Hafter Roma’da ağırlandı. İtalya Libya’nın iç siyasi yapısını diğer Avrupa ülkelerinden çok daha iyi bildiğinden, toplumsal yapısı gereği aşiretleri sürece dahil etti; Evladı Süleyman, Tuareg (Tevârik) [1] ve Tebu temsilcilerini Roma’da bir araya getirerek Libya’nın güneyinin ekonomik ve sosyal kalkınmasını teşvik etmek için bir anlaşma imzalamalarını sağladı.

Tüm bunların temelinde ise Libya ile İtalya arasındaki en temel sorun olan mülteci meselesinin yattığını görmek zor değil. 2017 yılında Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) Başbakanı Fayiz esSerrac ile imzaladığı bir anlaşmayla İtalya Libya’dan gelen mültecileri engellemeyi amaçladı. Bu çerçevede Libya’ya aynî ve nakdî yardımların yanında kolluk gücü eğitimi, sivil toplumun geliştirilmesi gibi destekler veren İtalya, öte yandan bu hususta Avrupa Birliği’nden (AB) istediği ölçüde destek alamadı. Yine Serrac hükümetinin talebiyle, İtalya yönetimi Trablus’a gönderilen gemi ve teçhizatla Libya’nın deniz güvenliğini sağlamasına destek verdi. AB’nin Orta Akdeniz’deki göç rotasını kontrol için başlattığı Sophia Operasyonu’nun idare merkezi olan Roma, aynı güçle BM kararları doğrultusunda Libya’ya silah ambargosunu kontrol için kurgulanan İrini’nin de merkezi oldu. İrini Operasyonu’nun BM kararını tatbikten öte Hafter güçleri lehine bir girişim olduğu, Malta’nın operasyondan çekilmesinin ardından anlaşıldı. İtalya ise halen operasyonda aktif.

İtalya’nın 2015 yılında UMH’nin oluşturulması fikrini sunması ve 2016’da buna aracılık etmesiyle edindiği diplomatik kazanımlar, daha sonra Halife Hafter’le yapılan görüşmeler nedeniyle hasar aldı. İtalya’nın özellikle Fransa’nın desteklediği Hafter’le temas etmesi, onu Avrupa içindeki rakibiyle aynı noktaya çekti; üstelik böylece kendi nüfuz alanını da Fransa’ya bırakmış oldu. Fransa ise süreçte kendi çıkarları adına öncelikle İtalya için güvenlik sorunu teşkil edebilecek yolları da deneyerek çatışma sürecini uzatıp bölgeye Rusya, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi daha fazla aktörün müdahil olmasını sağladı. Tüm bunların yanında Hafter’in başarısızlığı da İtalya’nın daha önce bahsettiğimiz temel güvenlik sorunlarını çözememesine neden oldu.

Libya meselesine Türkiye’nin de müdahil olmasıyla, konu Doğu Akdeniz ve enerji bağlamında yeni güvenlik alanlarına taşınmış oldu. Zaten Türkiye’yi içine almayan ve Türkiye’nin bölgede “aktif politika izlemesi” gerektiğini gösteren Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nun kurucuları arasında yer alan İtalya, bölgede hidrokarbon faaliyetlerinde bulunmayı vaat etti. Doğu Akdeniz ve enerji konularında daha etkin olmak isteyen İtalya’nın bu girişimi Yunanistan ve İsrail’in hakimiyeti nedeniyle istediği etkiyi meydana getirmedi. Söz konusu girişimlerin Yunanistan’ın bir gövde gösterisi haline dönüşmesiyle, İtalya fikir öncülerinden olduğu Doğu Akdeniz Doğalgaz Boru Hattı (EastMed) projesinin 2 Ocak’ta Atina’da düzenlenen imza törenine katılmadı.

Türkiye’nin bölgede kendisinin dahil edilmediği anlaşma ve girişimleri önleyeceğini çeşitli vasıtalarla göstermesiyle, Mavi Akım boru hattının yapımını üstlenen ve Türkiye’deki diğer bazı projeler için de öncelikli düşünülen İtalyan şirket ENI’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerini durdurup geri çekilmesi, bu kapsamda önemli bir adım. Fakat 9 Haziran’da İtalya’nın Yunanistan’la imzaladığı münhasır ekonomik bölge (MEB) anlaşmasıyla etkin ve tarafsız görünmek isteyen İtalya, Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki politikalarını desteklemiş olmaktan öteye gidemedi. Keza Yunanistan, daha sonra Mısır’la yaptığı anlaşmaya hukuki emsal olarak İtalya ile yaptığı anlaşmayı gösterdi.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) bölgede farklı ülkelerin faaliyet göstermesinin kendi siyasi hedeflerine yarayacağı düşüncesiyle hareket ediyor. Bu kapsamda İtalya ve Fransa’yı bölgede aktif tutmak istiyor; fakat Fransa’nın meselelere giderek daha fazla müdahil olmasıyla İtalya geri adım atmış gibi duruyor. Peki, Akdeniz’deki bu İtalyanFransız çekişmesinin temelinde ne var?

Aralarındaki tüm siyasi ve fikri ayrılıklara rağmen Fransa ve İtalya’nın Avrupa’nın iki Akdeniz gücü olduğu ve bölge kaynaklı sorunları birlikte göğüsledikleri düşünülebilir. Fakat İtalya’nın AB’den fikri ayrılış sürecinde Fransa’nın takındığı rol ve özellikle Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron yönetiminin dış politikada tek taraflı kararlar alması ve uygulamalarda bulunması, bu iki ülkeyi karşı karşıya getiren önemli unsurlar. Akdeniz’de İtalya ve İspanya arasında sıkışmış olan Fransa’nın, yeni bir güvenlik ve dış politika vizyonuyla Avrupa’nın güvenliğini NATO’dan ayırıp kendisinin öncülük edeceği Avrupa merkezli bir kurumsal çatıya geçirme ve özellikle eski sömürgelerinde, ama genel olarak Levant ve Afrika’da etkin ve oyun kurucu bir pozisyon alma yönünde adımlar attığını görebiliyoruz. İtalyan etki alanındaki Libya’da Muammer Kaddafi’nin devrilmesinde itici güç olan eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy yönetimindeki Fransa’nın, ülkenin yeniden inşası sürecinde ise İtalya’yla rekabete girdiği görülüyor.

Fransa’nın Libya’da Hafter güçlerine verdiği açık destekle bir yandan MısırBAE ve yabancı askeri güçlerin bazı terör gruplarıyla birlikte ülke topraklarında var olması, diğer yandan çatışmanın sürmesiyle Rusya’nın bölgede daha fazla varlık göstermesi gibi hususlar, İtalya için önemli güvenlik sorunları olarak görülüyor. Libya’daki istikrarsızlıktan doğan göçmen kriziyle uzun süredir mücadele eden İtalya, bu konuda bile Fransa ile işbirliği yapamamışken, yeni göç dalgalarına neden olan gelişmelerden rahatsız oluyor.

Bu çatışma ortamı, 2011 ve 2017 yılları arasında yüzbinlerce düzensiz göçmenin Orta Akdeniz'den İtalya'ya geçmesinin yolunu açtı. Ayrıca hem terör örgütlerine alan açılması hem de Rusya’nın hava savunma sistemleri ve askeri şirketleriyle bölgedeki varlığı, Libya’ya coğrafi olarak en yakın ülkelerden biri olan İtalya için güvenlik riski oluşturuyor. Bunların yanında Fransa’nın Libya’nın enerji kaynaklarına olan ilgisi de biliniyor ve Hafter’i desteklerken özellikle kaynaklara sahip olma konusunda bir politika izlediği düşünülüyor. İtalya’nın Libya’nın petrol ve doğalgaz ticaretindeki yeri düşünüldüğünde, bu çekişmede tarafların göz ardı edemeyeceği çıkarları mevcut. AB’yi de Libya’daki çatışma ortamı konusunda hareketsiz bırakan Fransa’nın politikaları, İtalya’nın hem Fransa’ya hem birliğe tepki vermesine neden oluyor. Doğu Akdeniz Gaz Forumu içinde yer almasına karşın, ihtilaflı bölgelerde Yunan tezine destek vermemesi nedeniyle, İtalya’nın yerini bölgede Fransa’nın doldurması da ikili ilişkileri etkileyen bir diğer gelişme. Bu kapsamda iki ülke arasında uzun süredir yaşanan gerginliğin Akdeniz’e de yansıdığı aşikâr.

İtalya konumu, siyasi geleneği ve toplumsal yapısı gereği, içinde bulunduğu AB’nin siyasetine her zaman uymayan, kendi dinamikleriyle hareket eden bir ülke. 2009 yılında Avrupa’da yaşanan finansal krizin en çok etkilediği ülkelerden biri olması neticesinde İtalyanların zihninde ortak AB değerlerinde aşınma yaşanmıştı. Yeni tip koronavirüs (Kovid19) sonrasında yaşanan uyum, destek, işbirliği ve yardım temelli krizlerle bu ayrım daha da somutlaştı. Özellikle mülteci politikalarında ayrışan AB, İtalya’da yaşanan krizleri üstlenmeyen politikalarının bu ülkede sebep olduğu kırgınlığı bilahare ekonomik destek planlarıyla gidermeye çalışsa da, şahsa münhasır ekonomi, dış politika ve güvenlik anlayışının İtalya tarafından anlaşılmadığı, kabul edilmediği görülüyor.

Türkiye ve İtalya’nın Akdeniz’deki varlık ve ilişkilerine baktığımızda, tarihsel olarak iki ülke de birer Akdeniz gücü olarak karşımıza çıkıyor. Onlarca yıldır NATO'nun güney kanadında işbirliği yapıyorlar; yaklaşık 20 milyar dolar değerinde, dengeli bir ikili ticarete sahipler. Üstelik birçok yatırım ve ekonomik işbirliği nedeniyle İtalya Türkiye’nin Avrupa’daki ekonomik çıkarları için önem arz eden bir ülke konumunda. Son dönemde ikili ilişkilerde yaşanan olumlu seyir, Türkiye ile İtalya arasındaki siyasi ve ekonomik gelişmelerin yanı sıra, AB ile ilişkiler ve Akdeniz’deki gelişmelerde de kendini gösteriyor. Türkiye ve İtalya’nın bu çerçevede Libya'da sağladıkları işbirliğinin temel amaçlarından birinin Afrika'dan Avrupa'ya, İtalyan yarımadası üzerinden mülteci akışını engellemek olduğu aşikâr. Örneğin son dönemde Türk ve İtalyan donanmalarının NATO kapsamında veya Libya suları dahil Akdeniz'de ikili olarak gerçekleştirdikleri çok sayıda deniz tatbikatı tam olarak bu ihtiyaç ışığında gerçekleştirildi. Libya’nın deniz sınırı komşusu olan Malta ve İtalya’ya düzensiz göçle ilgili Türkiye’nin vermeyi taahhüt ettiği destek ise en fazla mülteci nüfusuna sahip ülke sıfatına sahip olması hasebiyle oldukça değerli. Bunun yanında Roma ve Ankara arasındaki ilişkilerdeki olumlu seyir, Fransa'nın Doğu Akdeniz'deki varlığını özellikle Kıbrıs üzerinden daha görünür kılma girişimiyle paralel olarak gerçekleşti. Her şeyden önce İtalya ve Türkiye hem tarihi hem de coğrafi açıdan Doğu Akdeniz'de önemli devletler olarak öne çıkıyorken Fransa için böyle bir durum söz konusu değil. Karadeniz ve Akdeniz’de doğalgaz ve petrol bulunması durumunda, bu kaynakların çıkarılması ve aktarılması konusunda İtalya ile yapılacak ortaklıklar bölgedeki şartları epey değiştirecektir.

İtalya bu kapsamda, sakin ve temkinli gücüyle Akdeniz güvenliğinde anahtar rollerden birini alabilir. Avrupa fikrinden hızla savrulan İtalya’nın hareket kabiliyetindeki değişim ve genişleme, hissedilir şekilde nüfuz alanını da etkileyecektir. Türkiye ve İtalya’nın yapacağı rasyonel işbirliği ise Kuzey Afrika ve Akdeniz’deki stratejik düzen için gerekli olacaktır.

[Dış politika, güvenlik ve strateji konuları üzerinde çalışan Tolga Sakman Diplomatik İlişkiler ve Politik Araştırmalar Merkezi (DİPAM) Başkanıdır]

[1] XVI. yüzyıldan itibaren Akdeniz sahilinden Gadâmis’e kadar uzanan kesimde bulunan Berberî Sanhâce kabilesinin küçük kollarından Targa (Terga, Târcâ) kabilesine nisbetle Araplar tarafından bölgede yaşayanlara Tevârik (tekili Tarikî) adı verilir. Bu adın Arapça’da “terk” kökünden türetildiği ve “terkedilmiş” mânasına geldiği de ileri sürülmektedir. Bugün Sahrâ’nın güneyinde Fizan ile Mali Cumhuriyeti sınırları içinde kalan tarihî Tinbüktü şehri arasında yaşayan bu kabileler dillerine Tamahag/Tamaşek (Temâşeğ, Temâzağt, Tûmâreşk), kendi harfleriyle oluşturdukları yazıya “tifinagh” (tîfînâg, tîfîtâg) ve soylarına “İmohag” (hür insanlar) demektedir. Bunlar Batı dillerinde Touareg, Tuareg, Twareg, Tawariq gibi adlarla anılır. (Kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/tevarik)

AA