ADD KENDİSİNİ KAPATMALIDIR
Prof. Dr. Süleyman Çelik
1989 yılına geldiğimizde Turgut Özal, demokrat ayaklarında Türk Ceza Yasasındaki, komünizm propagandasını yasaklayan 141 ve 142’nci maddeler ile teokratik devlet kurmaya yönelik propagandayı yasaklayan 163’ncü maddenin kaldırılmasını istedi...
Aralarında Cumhuriyet’e gönülden bağlı Atatürkçülerin de bulunduğu birçok aydın, yıllardır düşünce özgürlüğünü savundukları için Özal’ın önerisine “evet” dedi. Fakat saygı ile andığım, Muammer Aksoy öğretmenimiz buna şiddetle karşı çıktı.
Çünkü bu bir tuzaktı. Gerçekte komünist sistem çökmüş, Sovyetler Birliği dağılmış ve propagandasından korkulacak komünizm tehlikesi kalmamıştı. Fakat Atatürk’ten sonra karşıdevrimin başlamasıyla Aydınlanma Devrimi yaşama geçirilememiş olduğu için, insanlar hala Allah’la aldatılarak kullanılabiliyordu. 163’ncü madde kaldırılırsa demokrasi teokrasiye dönüşebilir ve ülke Ortaçağ karanlığına gömülebilirdi...
Özal Nakşibendi tarikatının mensubu olarak, elbette teokrasi yanlısıydı. Ancak 163. maddenin kaldırılması önerisi Özal’dan ziyade, onu iktidara getiren Amerika’nın isteği idi.
Daha önce kendisine Türk ekonomisini, Küresel emperyalizmin yeni sömürgecilik yöntemi neoliberalizme uyarlama görevi verilmişti. Şimdi de siyasal sistemimizi değiştirmesini istiyorlardı.
Amerikan Derin Devleti ile bağlantılı Graham Fuller ve Samuel Huntington gibi yazarlar kitaplarında bunu açıkça yazdıkları gibi, “laik demokratik Cumhuriyetten vazgeçip, Ilımlı İslam Cumhuriyeti” olmamızı, yani demokratik rejimden teokratik rejime geçmemizi istiyorlardı. Nixon ve Clinton gibi başkanlar, daha da ileri gidip Türkiye’nin Hilafet rejimine geçirilmesi gerektiğini, bildirdiler. Hatta Kadir Mısıroğlu, Clinton’un kendisine böyle bir öneride bulunduğunu açıklamış ve devam etmişti: “Hilafet Amerika’dan gelecekmiş. Gelsin de nereden gelirse gelsin!..”
Sevgili Muammer Aksoy öğretmenimiz, ulusumuzun ve ülkemizin içine düşeceği tehlikeyi anlatabilmek için adeta çırpındı. Ama başaramadı. Muhalefet de bugünkü gibi aymazlık ve sapkınlık içinde olduğundan, sonunda 163’ncü madde kaldırıldı. Bunun üzerine mücadeleyi sürdürmek, Türk Aydınlanma Devriminin savunuculuğunu yapmak amacıyla, 19 Mayıs 1989’da Atatürkçü Düşünce Derneği’ni (ADD) kurdu…
***
Ben, Samsun şubesinin kuruluşundan (1994) beri, yani 30 yıldır ADD üyesiyim. Bir dönem şube başkanlığı yaptım. Uzun süre Kurultay delegeliği yaptım. Başkanların çoğu ile yakın ilişkim oldu.
Emperyalistler Muammer Aksoy’u kendileri için tehlikeli olarak gördüler ve ortadan kaldırılmasına karar verdiler. Karar ADD kurulduktan 8 ay sonra uygulandı ve öğretmenimiz 31 Ocak 1990’da öldürüldü…
Ardından gelen başkanlar arasında sadece Şener Eruygur, Cumhuriyet Mitingleri ile kitleleri harekete geçirmeyi başardı. Onu da hemen alaşağı ettiler ve öldürdüler…
Bunun dışındakiler, ADD’yi topluma öncülük edecek bir demokratik kitle örgütüne dönüştüremediler. Sonuçta, itiraf etmemiz gerekir ki biz Atatürk’e layık bir dernek olamadık, görevimizi yapamadık, başarısız olduk!..
ADD’nin kuruluşundan 35 yıl sonra, memleketin genel durumuna baktığımızda: “laik demokratik hukuk devletinin yıkılmış ve Cumhuriyetin kurucu değerlerinden eser kalmamış olan ülkemizin şeyhler, dervişler, mensuplar, tarikatlar, cemaatler cennetine dönmüş olduğunu” görüyoruz. Osmanlı Modernizminden de geriye, 18 yüzyıla doğru gidiyoruz. Dahası Milli Mücadele yıllarında ve Cumhuriyet kurulduktan sonra vatana ihanet etmiş olanların kahramanlaştırılmış olduklarını görülüyor!..
Atatürk her fabrika bir kaledir demişti. Buna göre “aziz vatanın bütün kaleleri elden çıkmış, tarım bitirilmiş, bütün tersaneleri, limanları, yaylaları, meraları, dağları, koyları yabancılara satılmış; memleketin her köşesi sığınmacı mı, kaçkın mı, terörist mi, ajan mı oldukları belirsiz güruhlarca bilfiil işgal edilmiş durumda. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidarda ya da muhalefette olan partilerden hiçbiri bu durumdan şikayetçi değil. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünemez olmuş!..”
***
İşgal yıllarında düşmanla işbirliği yapan mandacılar, bölücüler ve siyasal İslamcı gericilerin günümüzdeki ardılları dışında, Türkiye’de herkes Atatürk’ü sever ve hatta kendisini Atatürkçü kabul eder. Fakat bunların çok büyük çoğunluğu, Kemalist ideolojiyi kavrayacak bilgi ve birikimden yoksun oldukları için Atatürk’ü anlamamıştır.
ADD üyeleri ve yöneticilerinin çoğunluğu da bu durumdadır. Oysa Atatürkçü olmak için Atatürk’ü sevmek değil, anlamak, yani bilinçli Atatürkçü olmak gerek. Sevmekle olsaydı Celal Bayar en büyük Atatürkçü olurdu.
Çünkü Celal Bayar Atatürk’ü çok severdi. Öyle ki “Atatürk’ü sevmek ibadettir” der ve Atatürk adı geçtiğinde gözleri buğulanırdı. Buna karşılık karşıdevrim en çok onun zamanında yaşandı. Çünkü yaptıklarının Atatürk ilke ve devrimlerine karşı olduğunu düşünmüyordu…
ADD’nin çoğu üye ve yöneticileri de Celal Bayar gibi düşündükleri için Atatürkçü Düşünceye/ Atatürk ilke ve devrimlerine aykırı olduğunu akıllarına getirmeksizin örneğin, Atatürkçü bir sendika varken bölücü bir sendikanın üyesi olabiliyor, bir meslek örgütünün seçiminde Cumhuriyet karşıtlarının listesini destekleyebiliyor, özel günlerde “içinde Atatürk geçerse bildiriyi imzalamayız” diyen örgütlerle dayanışma toplantıları yapabiliyor, daha da vahimi “anadilde eğitimi savunan” bir kişi Genel Merkez Eğitim Komisyonu Başkanı olabiliyor. Daha da acısı, bazı üyeler ve yöneticilerin ADD’yi kullanarak, ülkemizin bu duruma gelmesinden iktidar kadar sorumlu olan bir muhalefet partisinden milletvekili olmaya can atıyor olmaları, büyük çoğunluğun da tıpış tıpış gidip bu partiye oy vermeleridir.
Bunlar milletvekili olduklarında Atatürkçü Düşünceye/ Atatürk İlke ve Devrimlerine aykırı, örneğin Diyanet Akademisi gibi yasa tasarılarına, Genel Başkanın direktifi doğrultusunda “evet” oyu vermekte sakınca görmüyorlar…
İşte başarısız olmamızın ana nedeni bu: bilinçsizlik. Başarılı olabilmemiz için öncelikle bilinçli Atatürkçü olmamız gerekirdi.
Bilinçlenmek okuyup Kemalist ideolojiyi öğrenmekle olur. Atatürk, “çocukluğumdan beri elime geçen iki kuruştan biri ile kitap alıp okumasaydım, yaptıklarımın hiçbirini başaramazdım” demiştir. Ne yazık ki okuma özürlüyüz. Çoğumuz Atatürk’ün Nutuk’unu bile okumamışız. Bırakın kitabı, bir makaleyi, sosyal medyadaki bir paragraflık yazıyı bile okumuyor, resimlere bakıp geçiyoruz.
Şubelerin üyelerini eğitmek için yaptıkları tek iş konferans düzenlemek. Konferans, pasif bir eğitim yolu ve amacı genelde öğretmekten çok dinleyicilere gaz vermektir. Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu gibi Kemalist aydınlar gaz verip kitleleri coştururken aynı zamanda bilgi de verebiliyorlardı. Emperyalistler bunları da öldürdü. Şimdi Elfin Tataroğlu gibiler ADD üyelerini eğitiyor!..
***
Yarın ADD’nin 17. Genel Kurulu toplanacak. ADD’nin toplumda hiçbir yaptırım gücü, eskilerin deyimiyle “kıymeti harbiyesi” yok. Büyük bir üye kitlesine sahip olmasına karşın, kimsenin “bu konuda acaba ADD ne düşünür?” diye sorduğu yok!..
Son seçimde, ADD üyelerinin çoğunun tıpış tıpış gidip oyunu verdiği bir partiden milletvekili olmak isteyen 35 kişi, Genel Başkanı referans göstererek adaylık başvurusu yapmış. Fakat hiçbiri aday yapılmamış.
Onlara, “bu partide ne işiniz var” demek yerine referans olan Genel Başkan’ın sert bir bildiri yayımlayarak, arkadaşlarını aday yapmadıkları için bu partiyi eleştirmesi ise tam bir “kara mizah” örneği!..
Genel Kurul delegelerinin yapacağı en Atatürkçü davranış derneğin kapatılmasına karar vermektir. Hiçbir savaşı/ mücadeleyi kaybetmemiş Yüce Atatürk’ün adına yakışmıyoruz. Kurucusu olduğu partinin yaptığı gibi, bir de biz daha fazla kemiklerini sızlatmayalım. Adını kullanmak bize yakışmıyor. Ama “Atatürk’ü çok seviyoruz” diyorsanız, derneğin adını değiştirelim: ASD, yani “Atatürk’ü Sevenler Derneği” yapalım!..