Uzun yıllardır bir söz dolaşıyor: “Abdülhamit döneminde bir karış toprak kaybedilmedi!” İkincisi de var: “Abdülhamit tahttan indirildi, İmparatorluk parçalandı.” Bu ikisi de yalan! Bu iki yalan İttihatçılara bağlanıyor. Çünkü Abdülhamit’i onlar devirdi ve “Devrilmeseydi İmparatorluk ayakta kalırdı.” deniliyor. Bu da tarihi gerçeklere aykırı.
1683 yılı Osmanlı için ilerlemenin durduğu, gerilemenin başladığı yıl olarak kabul edilir. Bu gerileme 1921 yılında Sakarya Savaşı’yla Anadolu içlerinde son buldu. Gerilememiz çok kanlı ve trajik oldu. Sadece toprak kaybetmedik, insanlarımızı ve 400 yıllık yaptıklarımız da kaybettik. 191213 Balkan Harbi’yle 5 milyona yakın insanımız Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldı. O topraklarda ölenlerin sayısını ise tutan olmadı. Bu son geri çekiliş “Balkan Faciası” olarak anılır.
1918’de ise Arap topraklarını kaybettik. Emperyalist ordularla göğüs göğüse vuruşarak... Anadolu’ya çekildik ve onun için son kanımızı döktük. Kurtardık. Vatan yaptık ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduk. Bu durumu Mareşal Fevzi Paşa, “Dökülen bu kanlar boşa gitmemiştir. Birinci Dünya Harbi'nde diğer cephelerde olduğu gibi, buradaki çetin muharebelerde de bize çok değerli deneyimler kazandırmış; istiklâl ve hürriyet uğrunda canını esirgemez bir millet olduğumuzu dünyaya ispat etmiş; Osmanlı İmparatorluğu yıkılmakla beraber daha kuvvetli bir Cumhuriyet yaratmıştır.” sözleriyle açıklar. (Mareşal Fevzi Çakmak, Birinci Dünya Savaşı'nda Doğu Cephesi, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara, 2005, s. 252.)
YÜZ YILLARIN GERİLİĞİ
Osmanlı’nın bir türlü gerilemeyi durduramadığını ve ağır bedeller ödediğini görürüz. Bu durumu 3 Temmuz 1908 ‘İsyan Yürüyüşü’nü başlatan İttihatçı devrimci Resneli Niyazi şöyle anlatır: “Türk, bugün mutluluk ve özgür olma yolunu kendi çalışma gücüyle kazandı. 23 Temmuz 1908 İnkılâbı milletin ruhundan doğmuştur. Siyaset yolunda Mithat Paşa'nın, edebiyat alanında Şinasi'nin, millet yolunda Kemal'in çocukları sayılan şimdiki inkılâpçı Türkler de hep o çığırın birer eseri olarak ortaya çıkmışlardır.” (Balkanlarda Bir Gerilla Hürriyet Kahramanı Resneli Niyazi Bey'in Anıları, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1975, s.1213.)
3 Temmuz İnkılâp Hareketi, 28 Haziran 1908 günü İngiltere Kralı ve Rus Çarı’nın Reval’de yapacağı toplantı üzerine başlatılmıştır. Devrimciler “Abdülhamit yine taviz verecek ve Makedonya paylaşılacak.” diyerek Abdülhamit’in tek başına karar vermemesi için de 1878 yılında askıya alınan Anayasa’nın yürürlüğe girmesini ve kapatılan Meclis’in tekrar açılmasını istediler. Bu uğurda dağa çıktılar ve 20 günlük “Uzun Yürüyüş” sonrası 2. Meşrutiyet’i ilan ettirdiler. Bugün çok sevdiğimiz demokrasinin yolu da buralardan açıldı. Bu tarihi hamleleri görmeden Cumhuriyet ve demokrasi savunulamaz.
ANAYASA VE MECLİS SÖZÜYLE GELDİ
Abdülhamit, Anayasa ve Meclis sözüyle tahta oturtuldu. Buna uydu ancak OsmanlıRus Harbi’nden (187778) sonra Meclis kapatıldı ve Anayasa da askıya alındı. Son Osmanlı Meclisi’ni kapatan da son Sultan Vahdettin’di. Baktığımızda ikisinin de Anayasa ve Meclis konusunda “tıkayıcı güç” olduğunu görüyoruz. Abdülhamit ve Vahdettin savunularak cumhuriyet ve demokrasi ilerletilemez! Bütün dünyada cumhuriyet ve demokrasi kralları ve sultanları yıkarak geldi ve ilerledi. Bu yolu açan da İttihat ve Terakki örgütü ile 1919’dan sonra İmparatorluğun başkenti İstanbul’u ve Anadolu’yu adım adım işgal eden emperyalist güçlere karşı mücadele eden Mustafa Kemal hareketidir. Hem Atatürkçü hem de Abdülhamitçi olunamaz! Ayrıca milliyetçi de…
Abdülhamit'in dönemi yıkımın son perdesidir. Ondan sonra zaten gücü olmayan Sultan Reşat ve Mehmet Akif’in deyimiyle “Abdülhamit’in kötü kopyası Vahdettin” devridir.
DENGE POLİTİKASI DEDİKLERİ
Abdülhamit, 33 yıllık görev süresinde hep “denge adamı” olarak anılır. Adeta gerilemenin üzerine oturdu. Dünyanın ikinci donanma gücüne sahipti. Donanmayı Haliç’e hapsetti. Çanakkale Harbi’ni donanmasız, kara toplarıyla ve Mehmetçiğin kanıyla kazandık. Onun döneminde mali yönden de iflas etmiştik. 1881 yılında Duyunu Umumiye yönetimiyle maliyemiz büyük güçlerin kontrolüne geçti. Artık iş gerilemeden çürümeye dönüştü.
Bizim müttefikimiz İngiltere artık düşmanımız Rusya ile müttefik olmuştu. Bize de bu mücadele içinde Almanya ile ittifak kurmak kalmıştı. Cihan Harbi’ne kadar ortak çalıştık. Daha sonra da müttefik olarak silah arkadaşı olduk. Bu ittifak bize çok şey kazandırdı. İngiltereFransa ve Rusya ile olan savaşımızı iki yıl uzattı. Büyük güçleri perişan etti. Rusya çöktü. İngiltere’yi Çanakkale ve Irak Cephesi’nde yendik/gerilettik.
Cihan Harbi’ne girdiğimizde Abdülhamit yoktu. Savaşı İttihatçılar yönetti. İttihatçılık baştan sona vatanseverlik teşkilatıdır. Zor dönemin fedaileridir. Kendilerini vatan için feda etmişlerdir. Resneli Niyazi bu durumu çok güzel özetler: “Bugün şu dakikada vatan bizlerden o fedekârlığın yerine getirilmesini bekliyor, millet hepimizden uyulması gereken ulvi bir feragat örneği görmek istiyor. Vatanın selameti sağlanmadıkça dönmemeye, bu uğurda icap ederse seve seve ölmeye, Osmanlı fedekârlığına, Osmanlı kahramanlığına parlak bir numune göstermeye hazır mısınız?” Hazır bulunanlar hep bir ağızdan “Ya ölüm, ya vatanın selameti!” diye bağırarak kararlılıklarını belirtir. (Niyazi, Age, s.4041.)
İttihatçıların üst düzey yönetimi 1 Kasım 1918 günü düşman eline düşmemek için vatanı terk ederken, gözyaşı dökmüşler ve “Vatan” demişlerdir. Gurbet ellerinde can verirken de… Anadolu’da kalan İttihatçılar da canla başla vatan için savaşmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna emek vermişlerdir. Milli hareketin içinde eriyip tekmil milletle yek vücut olmuşlardır. İttihatçılık vatanseverliktir, vatana sahip çıkmadır, kendini bu uğurda feda etmektir. Sloganları da “Baki ya ölüm, ya vatanın selameti!” Bu slogan Kurtuluş Savaşı’nda “Ya istiklal ya ölüm!” olmuştur.
İTTİHATÇILAR DARBECİ DEĞİLDİR
İttihatçılar devrimciydi. Devrim yaptılar. Padişahı saray darbesiyle devirerek yerine oturmadılar. Kendilerinden birini padişah da yapmadılar. Hatta başlangıçta hedefte Padişah’ı devirmek yoktu. Anayasa’nın tekrar yürürlüğe girmesi ve Meclis’in açılması vardı. 31 Mart 1909 gerici ayaklanmasında Abdülhamit ve Saray eşrafının da parmağı olduğu saptandı. Yerine Sultan Reşat’ı getirdiler. Celal Bayar’ın deyimiyle “Eğer Abdülhamit bu darbeden dolayı yargılansaydı idam edilecekti!” Ne yargıladılar ne de idam ettiler. Oysa 31 Mart gerici ayaklanması tam manasıyla bir darbeydi ve Meclis’i hedef alıyordu. Saray’ın da burada parmağı vardı. Yanlış iş yapınca da altında kaldılar.
İTTİHATÇILAR MİLLİYDİ
İttihatçılar milliydi. Milli ekonomiden yanaydı. Cihan Harbi içinde 3 Eylül 1914 günü yüzyılların büyük sorunu kapitülasyonları kaldırdılar. Bunu 1917 yılında savaş içinde Almanlara da kabul ettirdiler. Orduda reformu bir çırpıda yaptılar. 11 bin 300 eski tip subay emekli edildi ve genç kurmay subayların önü açıldı. İşte o ordu, Çanakkale ve Kutul Amare’de harikalar yarattı. İngiliz emperyalizmine en büyük darbeyi vurdu. Bunu başaran İttihatçıların Harbiye Nazarı Enver Paşa’dır. Bu ordunun ana unsuru işgalden sonra tekrar örgütlenerek Kurtuluş Savaşı’nı zaferle taçlandırdı.
İttihatçıların önemli bir başarısı da millet bilinci olmayan millete örgütlenmeyi getirmesi ve bunu en ücra köşeye kadar taşımasıdır. Bu teşkilat, işgal yıllarında büyük işler başardı. Milli Mücadele teşkilatının çekirdeği oldu. Oysa Abdülhamit örgütlenmenin karşısında büyük bir hafiye teşkilatı kurarak onlara nefes aldırmamıştı. Onlar bu baskılara rağmen bunu başardılar.
İŞTE KAYBEDİLEN YERLER
Yazımızı, Abdülhamit döneminde kaybedilen toprak parçalarını yazarak bitirelim:
- Abdülhamit, gelir gelmez iki cephede '93 Harbi' (187778) denilen Rus saldırısıyla karşılaştı. Rumeli’de Plevne cephesinde Ruslara karşı büyük bir savunma savaşı yapıldı. Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa'nın yardım çağrılarına karşı İstanbul yönetimi kulaklarını tıkadı. Savaşı cephede değil, Saray'dan yönetti. Savaş felaketle sonuçlandı! Balkanların gitmesindeki en önemli Bulgaristan gediği açıldı. Doğu'da ise Kars, Batum ve Ardahan’ı kaybettik.
- Osmanlı Devleti 1878 yılında imzalanan Ayastefanos Antlaşması ve Berlin Antlaşması ile Karadağ ve Sırbistan'ın bağımsızlıklarını tanıdığı gibi kaybettiği toprakların bu iki ülkeye ait olduğunu da kabul etti.
- Bu harbin kaybedilmesinden yararlanan İngiltere, Rusya’ya karşı yardım vaadiyle ve özellikle baskıyla Mayıs 1878’de Kıbrıs’ı bizden kopardı. 1914 yılında Cihan Harbi’ne girince de Mısır’la birlikte “ilhak” ettiğini ilan etti.
- Fransa, 1881 başında Tunus’u fiilen işgal etti. 8 Haziran 1883'te Mersâ Antlaşması imzalanınca da Tunus, Fransa'nın resmen idaresine girmiş oldu.
- 13 Eylül 1882 tarihinde İngiltere, Mısır’a iç olayları gerekçe göstererek asker çıkardı ve ülkeyi işgal etti.
- 1877 yılında Romanya bağımsızlığını kazandı. BosnaHersek ve Girit de elden gitti.
- 3 Mart 1878’de Bulgaristan’ın temelleri atıldı. Bu dönem içişlerinde bağımsız bir renslik oldu. 5 Ekim 1908’de ise bağımsızlığını ilan etti.
- 1899 yılında Kuveyt, İngilizlerin kontrolüne girdi.
Osmanlı, Sultan Abdülhamit döneminde yaklaşık olarak 1 milyon 600 bin kilometrekare toprak kaybetti. Bu sayı Türkiye Cumhuriyeti'nin yüzölçümünün iki katından biraz fazladır.
İttihatçıların yeni geldiği ve tam iktidar olmadıkları dönemde ise 1911’de Libya, 1912’de ise Arnavutluk elimizden çıktı. 191213 arasındaki Balkan Harbi’nde de bütün Rumeli topraklarını kaybettik. Milyonlarca Türk Anadolu’ya sığındı. Ardından da 1914 yılında Cihan Harbi’ne girmek zorunda kaldık. Toplamda vatan savunması yaptık.
Abdülhamit dönemini en iyi milli şairimiz Mehmet Akif anlatır: “Yıkıldın gittin amma ey mülevves istibdat/ Bıraktın milletin kalbinde çıkmaz bir mülevves yad!”
İmparatorluğun geriliği ve yıkılması sadece Abdülhamit’in şahsında toplanan bir konu değildir. Bu geçmişten gelen bir geriliğin bu ve bundan sonraki kuşakların üzerine yıkılmasıdır. İşte burada İttihatçılar sahneye çıkıyor ve Cumhuriyet’e giden yolu açıyor. Yeni bir soluk oluyor. Bunu görmek önemli.
Aydınlık