Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi ve USMER’in düzenlediği ‘Asya'da Devlet Birikimi Uluslararası Çalıştayı’nda ‘Tarih Araştırmalarında DoğuBatı Kavramı’ üzerine sunum Prof. Dr. İlber Ortaylı, ABD tipi bilim politikası ile dünyanın anlaşılamayacağını söyledi

DoğuBatı kavramlarının tutarsız olduğunu ifade eden Ortaylı, şöyle konuştu:

“Bana verilen konu DoğuBatı meselesidir. Bu gibi kavramlarla içinde bulunduğumuz dünya çok çetin bir şekilde ikiye ayrılmıştır. İkiye ayrımın da bir tutarlılığı yoktur. Tutarsızlıklardan birisi dinlere dayanır. Çünkü bir tarafta Hristiyanlık vardır. Öbür taraftaki ise tamamen İslami bir dünya değildir. Hristiyanların da yaşadığı, Yahudilik kültürünün sadece İsrail devletiyle sınırlandırılamayacak kadar eski olduğu bir dünyadır. Bu kavramların coğrafi olarak tasnifine geldiğimiz vakit adamakıllı bir karışık içine düşeriz. İspanya, Fransa ve İtalya'nın, Batı medeniyetinin anası babası olarak gösterilen ülkelerin burnunun dibindeki Mağrip ve Libya nedir? Doğu nereye kadar gider? Acaba içine Çin'i alır mı almaz mı? Batıdan anlaşılan nedir? Batı acaba Rusya'yı da içine alır mı almaz mı?

‘BEYİNLERİ CADDE KADAR DAR’

“Batı medeniyeti kendisini Helen, Hristiyan ve ikinci harpten sonra, suçlu ve borçlu oldukları olaylar dolayısıyla Jewish(yahudilik)’ı da içine kattıkları görülmektedir. Yavaş yavaş bugünkü Batı medeniyetinin kartviziti bizim eski İstanbul'daki levanten zenginlerin kartvizitine dönmektedir. Bunu ünlü tarihçi Hammer İstanbul'a geldiği zaman Beyoğlu'ndaki levanten burjuvalar için kullanmıştı. Caddei Kebir uzunluğu kadar kartvizit unvanları var. Beyinleri de caddenin kendi kadar dar. Bu benzetmenin bugünkü batı dünyasının kendisini tanımlamakta çok kullandığı açıktır.

“Bugün bizim üzerinde durduğumuz konular. Grek, Hristiyan ve Yahudi medeniyeti. Bu medeniyetin mebdeine baktığınız zaman karşımızda eski Mısırı, Egiptos’u görürüz. Mısır, İbranice bir kelimedir, Egiptos ise Yunanca. Yunanca, Mısır'da bugünkü Avrupa'dan çok daha evvel tanınmış ve kullanılmıştır. Bilhassa Helenistik devirde firavunun emriyle İbraniceden çeviriler Yunancaya yapılmaktadır. Batıdaki ve Doğudaki medeniyetin bilhassa Hristiyanlığın temel eserlerinin ilk önce İbraniceden Yunancaya yapılan bu metin üzerinden gittiği ve tercümedeki hataların bütün Avrupa dünyasını ortaçağ boyunca etkilediği ancak rönesansın büyük filologları sayesinde bunun ayıklandığı malumdur.

‘FATİH SULTAN MEHMET RÖNESANS ENTELEKTÜELİYDİ’

“Küçük bir örnek. Roma'da San Pietro in Vincoli kilisesine veya diğer kiliselere gittiğiniz vakit, Hz. Musa heykeli görürsünüz. Bu Michelangelo eseridir. Musa boynuzlarıyla temsil ediliyor. Bir tercüme hatasıdır. İncil’in ilk kullanıldığı dil olan İbranice'de kerem, nur demektir. Karen, boynuz demektir. Ufak bir harf hatası dolayısıyla başında nurla Sina dağından inen Hz. Musa, başında boynuzla inen olarak tasvir ediliyor. Bunun düzeltilmesi için 16. asırda Rotterdamlı Erasmus'un acımasız eleştirisi gelmiştir.

“Rönesansın Doğuya yönelik tarafı Yunanca ile başlar. Yunanca o vakte kadar çok dar ne ulemanın ne ruhban sınıfının ne de büyük münevverlerin bilmediği bir dildir. Fatih Sultan Mehmet, otomatikman mükemmel bir Rönesans entelektüeli olmaktadır. Çünkü bu dilde gayet iyi okumalar yazdığı açıktır. Böyle bir dünyada, Doğudaki birtakım insanların Yunanca bildikleri için Batılılardan daha çok Batılı oldukları da açıktır.

MEDENİYETİ YARATAN KAVİMLER

“11. miladi asrın sonu 12.nin başlarında Endülüslü tarihçi Kadi Ahmed el endelüsi, şöyle bir teori ortaya atıyor: etTaʿrîf biṭabaḳāti’lümem (Milletlerin kategorisi). Milletlerin kategorisine göre medeniyeti yaratan kavimler evvela eski Mısırlılar, eski Yunanlılar, eski İranlılar, Hintliler, Suryaniler ve Araplar. Bunların dışında medeniyetin mefhumlarından uzak olmakla birlikte yaptıkları işlerle bu dünyaya yandaş olan iki kavim vardır. Türkler ve Çinliler. Türkler ürettikleri silahlarla, bilhassa at bakıcısı olarak en önemli harp vasıtasını elde tutmaktadır. Çinliler ise kağıt ve ipek gibi icatlarıyla pratik insanlardır. Bu pratik insanların dışında dünyanın öbür tarafı; maalesef iklim ve coğrafya şartlarının imkansızlığından ve bereketsizliğinden zavallı insanlar yaratmaktadır. Yani bilinen dünyanın içindeki Kuzey Avrupa ve güneydeki coğrafi bölgeler.

“Bu teorilerin geçerliliği şu bakımdan önemlidir; sahiplerinin Kolonyalizm fikri yoktur. Hattın dışında kalan insanların arasına gidip yerleşmeyi, onları kendilerine esir etmeyi, köleleştirmeyi hedefleyemedikleri açıktır. Şimdi dünya değişmiştir. Girit Arapların elinden yeniden çıkıyor. Sicilya elden çıkıyor. Güney İtalya elden çıkıyor. Türkler, İslam dünyasının coğrafyasını yeniden organize ediyorlar. Ve organize eden Türklerin bugünkü Anadolu ile ilişkileri yoktur. Hepsi Orta Asya coğrafyasından gelmektedirler. Bunların Batıyla teması çok daha erkendendir. Justinianus, Kilikyalı Zemarkhos'u elçi olarak Göktürklere gitmiştir. O tarihten sonra artık Türk dünyası için İstanbul ve Küçük Asya, unutulacak yer değildir.

“Türklerin ele geçirmek zorunda olduğu bugünkü Küçük Asya, Malazgirt zaferinin kahramanı Sultan Alparslan için hiçbir şey ifade etmez. O Malazgirt Zaferinden sonra bırakın orada kalmayı, Erzincan'nın ötesinde, Kayseri'ye bile ulaşmayı düşünmez. Hedefi güneydir. Suriye, Filistin ve Mısır. Bunda da çok haklıdır. Ömründeki 7080 senede bunu tam gerçekleştiremedi. Sadece Suriye'nin kuzeyi ve bugünkü Irak'ın kuzeyinde kalabildi. Talih onları bir anda Anadolu'nun batısına itti. Malazgirt zaferinden sonra 23 sene geçmeden İznik'te Anadolu Selçuklu Devleti kuruldu. Haçlılara direndiler, püskürtüldüler, gene ilerlemeye başladılar.

“Türkiye, Tuna mansabına kadar gitti. 400 senenin içinde geri çekildi. Rumeli Türklüğü, muasır Türkiye Türklüğünün en önemli kültürel ayaklarından biridir. Kurucumuz, ebedi Cumhurbaşkanımızın bile doğduğu yerler oradadır. İkinci Meşrutiyet'ten sonra insanlar İran'a ve Asya'ya başka türlü bakmaya başladılar. Bu bakış yeterli değildi. Araya giren demir perde zamanı dolayısıyla Asya ile ara koptu. Ama şunu da belirtmek gerekir ki tekrardan açılacaktır. Açılma döneminde etkin bir şekilde ilişkileri büyütenler, iş adamları ve siyasilerdir.

“Türkiye'nin ordusu, İç idaresi, maarif ordusu, tıp ordusu ve mühendisleri hiç şüphe yok ki büyük işler başarmıştır. Cumhuriyet bunların çoğunu okullaştırmıştır. En önemlisi kültürel noktadır. İşte bu noktada yeni Türkiye, Orta Asya cumhuriyetlerindeki ve Azerbaycan'daki gelişmenin gerisindedir. Örnek almamız gereken nokta budur. Bunların hepsi Sovyet gelişmesi midir? Hayır, Çar devrini de içeriyor. Peki sadece Rusya'nın mıdır? Hayır, unutmayın. Rusya çağrılarının Türk münevverleri sadece Moskova ve Petersburg'da Rusça tahsil eden adamlar değillerdir. Paris'te okurlar, Almanya'da okurlar. Ortalama İranlı ya Azerbaycanlı bir münevver bile Farsça bilirdi. Orta Asya Ruslardan evvel kendine göre bir mirasçı olan, Ruslardan sonra başka türlü gelişme gösteren, hiç şüphesiz Sovyet devrinde de menfi veya müspet bir takım başka gelişmeler yaşayan bir memlekettir.

ABD’NİN CAHİLLİĞİ

“Bizim baktığımız Türk dünyası, bizim baktığımız Rusya, bizim baktığımız İran, hiçbir şekilde üçüncü dünya çerçevesi içinde ele alınamaz. Amerikan tipi bilim politikasının metotları ve çizgileri kullandığınız vakit, etrafınızdaki dünyayı anlayamazsınız. Bazı şeyleri görmeye başladıkça kafanızda ne gibi karışıklıklar ve kaosun ortaya çıktığını görürsünüz. Cumhuriyetin ilk devirlerinde batıdan gelen insanların yardımlarını unutmuyoruz ama asıl ihtiyaçlar doğrudan doğruya Azerbaycan deposundan ve Kazan Tataristan’ından sağlandı. Bunlar unutulacak şeyler değildir. Şu kadarını söylemek gerekiyor. Türk münevverleri Batıya bakmasını bilmiyorlar. Doğuya bakmayı da bilmiyorlar. Batı ve Doğu ancak tecrübeyle öğrenilecek şeylerdir. Bakış için oranın kültürüne sahip olmak gerekir.

“Sovyet sisteminin yıkılmasından sonra Orta Asya'ya ilgi arttı ve Amerikalılar hemen bir Orta Asya toplantısına giriştiler. Türkiye'den de adamlar çağırdılar. İngilizceyle Orta Asya bilgisi edinemezsiniz. Belirli referanslar elinize geçer. Doğudaki cumhuriyetlerimiz istiklalini aldığı zaman da bile onlar için raporları Alman eğitiminden geçen bir CIA ajanı kaleme almıştı. O kitaplar olmasaydı, Washington çok daha uzun zaman Orta Asya hakkında bir şeyler bilemeyecekti. Halen de bildiğini zannetmiyorum. Çok ürktüğümüz Amerikan mekanizmasının bazı konularda son derece naif ve hakikaten meseleye intibak edemeyecek kadar cahil olduğu malumdur.”

TÜRK RÖNENSANSI

“78. asırlardaki Türklerin Müslüman olanlarının sayısı herhalde bugün Harvard ve Moskova'da okuyanlar kadar bile değildi. Ama bu kitlenin 10. asır sonunda Uygur devletini kurdukları ve Uygur medeniyetinin diliyle, bütün eserleriyle Türk dünyasının temelini attığı bellidir. Batı dünyasında 900’lü yıllarda yazılan devletsiyaset teorisiyle ilgili müşterek bir kitap yoktur. Felsefe olarak Yunanca unutulmuştur. Eski Latince de derin uykudadır. Türk kavimlerinin ortak dilini, müşterek kültürünü yaratan Kutadgu Bilig, Atabetü'l Hakayık gibi eserlerinin yanında Kaşgarlı Mahmut'un Divanı Lügatit Türk ise bir ‘Rönesans’tır. Bu ‘Rönesans’ eserini yeniden bulunması ve diriltilmesi, 20. Yüzyıl başındaki Türkiye'ye aittir. Tamamen tesadüflerle ortaya çıkmıştır. Kutadgu Bilig, Divanı Lügatit Türk, Dede Korkut Oğuznamesi gibi eserler, cumhuriyetlerimiz arasındaki bilginlerin birbirlerini tanımalarını temin eden mukaddes eserlerdir.

 

‘TÜRKİYE GÖÇMEN ÜLKESİ OLMAK ZORUNDA’

Türkiye’ye göçmen gelişinin önünün alınamayacağını ve göçmen ülkesi olmanın zorunlu olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Ortaylı, şöyle devam etti:

“Bugün çalışan annelerimiz yavruları için en iyi imkanı, pahalı yuvalarda ve ilkokullarda değil Doğudan Türk cumhuriyetlerinden gelen bakıcılarda buluyor. O bizim alıştığımız tipte bir bakıcı değildir. Her üniversitede bilhassa yeni kurulanlarda, Azerbaycan'dan ve Kazakistan’dan gelen matematikçiyi Orta Asyalardan gelen edebiyatçıları aramak zorundayız. Mahvolan hayvancılığımız, dökülmeye başlayan ziraatımız ancak buradan gelen insanlarla yaşayacak.

‘GÖÇMENİ MUHAFAZA İÇİN SAVAŞTIK’

“Türkiye'nin her tip göçmeni alacak bir kapasitesi olmadığı açıktır. Hele hele bu ne idüğü belirsiz güya UkraynaRusya savaşından kaçma bahanesiyle gelen 200 bin tane Rus'u birdenbire Antalya'ya doldurmaya benzemez. Ama hiç şüphesiz ki Türkiye göçmen ülkesi olacaktır. Buna karşı çıkamayız çünkü ihtiyacımız var ve bu konularda biz doğudaki cumhuriyetlerimizde devamlı ilişki içinde olacağız. Bu göç sadece çiftçi veya hayvan bakıcısı değil aynı zamanda entelektüellerin ve mühendislerin göçü olacaktır. Eğer insanlarımızın Batıya kaçmasını önlemek istiyorsak önemli bir kadrolaşma yaratılması şarttır. Bu da ancak oradan gelecek insanlarla olur. Eminim ki yüzyılın sonunda Türkiye Cumhuriyeti'nin kazandığı en önemli meziyet budur ve gene eminim ki bu işler olduktan sonra Türkiye'de siyasi zihniyette gelişecektir. Kaçan mülteciyi iskan kanunlarımızın gerekçesiyle iade etmekle işten kurtulamazsınız. Bu aslında Türk imparatorluğu gibi mülteci ve göçmeni muhafaza etmek için 1853 harbini, 1848’deki göçmenleri iade etmemek için girdik büyük ölçüde. Bu ananeyi kesemezsiniz.”