“Türkiye’nin Televizyon Milliyetçileri” başlığıyla yayımlanan makalede Gingeras, neredeyse her gece üst rütbeli emekli general ve amirallerin televizyonlarda güvenlik ve dış politika konularında konuştuğunu vurguluyor.
Gingeras, “Emekli subayların kitle iletişim araçlarındaki görünürlüğü, savunma teşkilatının ülke içindeki artan etkisinin de belirtisidir” diyor ve bu durumun “Ordu’nun Türkiye'yi bölgesel bir güç merkezine dönüştürecek devrime öncülük ettiğine ilişkin inanca meşruiyet kazandıran bir gösterge” olduğuna dikkat çekiyor.
VATAN PARTİSİ’NİN ETKİSİ
Türkiye’nin dış politikadaki hamleleri ve bu hamlelerin Türkiye’nin iç siyasetine yansımasına da değinen Gingeras, ekranlarda emekli askerlerin Türk dış politikasının ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başarılarını anlatırken, bu düşüncelerin tarihsel temelinde Vatan Partisi’nin olduğunu savunuyor. Aydınlık Gazetesi’nin ve Vatan Partisi’nin kamuoyuna, dış politikada atılan adımların önemini aktarmasında etkili olduğunu yazan Gingeras, 2016’daki darbe girişiminden sonra, önceden beri Fethullahçı Terör Örgütü’ne (FETÖ) en istikrarlı karşı duruşu sergilemesinden dolayı Vatan Partisi’nin önem kazandığını vurguluyor: “Seçmen açısından az bir sayıya sahip olsa da Gülen’e olan ölümcül muhalefetleri onlara bu önemi kazandırdı”
Gingeras, Vatan Partisi’nin görüşlerinin ekranlarda tartışılmasının Türkiye’nin Mavi Vatan stratejisinin en büyük lobi faaliyetlerinden birisini oluşturduğunu söylüyor. Aynı şekilde Gingeras, "Daha önce Erdoğan'ı sert bir şekilde eleştirdiği bilinen" diye nitelediği Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in, Türkiye'nin yürüttüğü operasyonlara destek verdiğini belirterek şöyle yazıyor:
“Perinçek, Türkiye’nin Suriye, Libya ve Irak'a müdahalelerinin ABD ve Batı'nın emperyalist gündemine karşı çok önemli müdahaleler olduğunu savundu. Ankara’nın diplomatik ortak olarak Rusya’ya yakınlaşma çabalarını da övdü.”
Mavi Vatan stratejisiyle birlikte, ABD’ye karşı Türkiye’nin direnmesi ve S400 füze savunma sistemlerinin alınmasını bu bağlamda değerlendiren Gingeras, bu yöndeki politikaların arkasında da Vatan Partisi ve ona yakın görüşleri dile getiren askerlerin fikri ağırlığına dikkat çekiyor.
ORDUNUN KONUMUNU GÜÇLENDİRDİLER
War On The Rocks internet sitesinde yayınlanan makalede Türkiye’nin yaptığı askeri müdahaleler ve bu müdahalelerin iç ve dış siyasette gösterdiği etki yorumlanıyor.
Gingeras şöyle yazıyor:
“TV generalleri eş zamanlı olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı meşrulaştırarak ve ordunun toplumdaki konumunu iyileştirerek ikili bir rol oynadılar.
“(…) Erdoğan’ın eski müttefiki Fethullah Gülen ile Türkiye’nin 2016 darbe girişimiyle sonuçlanan kopuşu, medya, ordu ve devlet arasındaki ilişkiyi temelden değiştirdi. Bu değişikliğin ilk işaretleri arasında 2015 yılında Balyoz’un baş zanlılarının Gülen’in sahneye koyduğu bir komplonun kurbanı oldukları gerekçesiyle serbest bırakılması geldi. Gülencilerin Temmuz 2016 darbesini düzenledikleri yönündeki suçlamalar, ordunun hem haksız yere iftira edildiği hem de içeriden baltalandığı iddiasını daha da güçlendirdi.”
Türkiye’nin yurtiçinde ve yurtdışındaki askeri operasyonlarına dikkat çeken Gingeras, televizyonlara çıkan askerlerin pasif aktörler olmadığını savunuyor. TV’lerde konuşan emekli askerlerin, hem hükümetin hem de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin toplumdaki itibarını yükselttiğini ve Türk dış politikasının da gücünü gösterdiklerini vurguluyor. Gingeras, şöyle yazıyor: “Askerlerin Türk devletinin müdahalelerini onaylamaları, ülkenin savunma sanayisinin desteğiyle, Ordu Türkiye'yi bölgesel bir güç merkezine dönüştürecek bir devrime öncülük ettiği inancına meşruiyet kazandırdı.”
ADALET VE KALKINMA PARTİSİ MİLLİYETÇİLİĞİ KİMLİK OLARAK BENİMSEDİ
Gingeras, “Televizyonları açtığınızda milliyetçi vurguların olmadığı bir alanı göremezsiniz” diye yazıyor ve “son on yılda iç ve dış siyasette milliyetçiliğin merkez haline geldiğini” belirtiyor. Erdoğan’ın milliyetçiliği koruduğu ve genişlettiği vurgulanan makalede, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin partinin kimliği olarak artık milliyetçiliği de benimsediğinin altı çiziliyor: “Adalet ve Kalkınma Partisi, partinin kendi kimliğinin bir parçası olarak milliyetçi kavramları benimseme konusunda liderliğini takip etti.” Batı karşıtlığının bu milliyetçiliği arttırdığını söyleyen Gingeras, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Milliyetçi Hareket Partisi ile olan ittifakına gönderme yapıyor.
Türkiye’deki popüler kültürün şimdi her zamankinden daha fazla milliyetçi içerikle dolduğunu belirten Gingeras makalesinde, Türk dizilerinin milliyetçilik vurgularının da etkilerinden söz ediyor. Özellikle bu dizilerin Türkiye’nin zengin askeri tarihine yönelik bir saygı duruşu niteliği taşıdığı ve düşman taraf olarak da Yunanistan ve ABD’nin görüldüğünü savunuyor.
SAVUNMA SANAYİNİN GÜCÜ
Yazıda bir başka dikkat çeken nokta da Türkiye’nin savunma sanayisinde gösterdiği başarılar. Türkiye’nin Suriye, Irak, Karabağ ve Libya’daki başarılı askeri müdahalelerinin, Türkiye’nin savunma sanayisinin artan görünürlüğüyle birlikte gerçekleştiğini aktaran Gingeras, ABD'nin 1974'te Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası Türkiye’ye silah ambargosu koymasından bu yana, Türk sivil ve askeri liderlerinin uzun süredir ülkenin kendi silahlarını üretmeye ilgi duyduklarının altını çiziyor. Savunma sanayisinde büyük adımların atıldığı belirtilen makalede, Savunma Sanayii Başkanı Başkanı İsmail Demir’in, Türk devletinin en çok tanınan yüzleri arasında yer aldığı belirtiliyor.
Türkiye’nin ilk yerli üretim firkateyni olan TCG İstanbul’un denize indirilişi sonrası Erdoğan’ın “Askeri, ekonomik ve diplomatik açıdan güçlü olmak, bizim için bir tercihten çok bir zorunluluktur” açıklamalarına dikkat çeken Gingeras, savunma sanayisinin gücünün büyük bir ivme kazandığını söylüyor.
MAKALENİN ÇEVİRİSİ ŞU ŞEKİLDE:
TURKEY’S TALK SHOW NATIONALISTS
RYAN GINGERAS 8 APRIL 2021
ÇEVİREN: MUSTAFA MERSİNOĞLU/BRİGHTON
TÜRKİYE’NİN TALK SHOW MİLLİYETÇİLERİ
YORUM
Herhangi bir gece Türk televizyonunu açarsanız, eski (‘emekli’çeviren) bir general veya amiral ile göz göze gelmeniz muhtemeldir. İlk bakışta, talk show'larda ve sosyal medyada yorumcu olarak sürekli varlıkları dikkat çekici görünmüyor. Türk silahlı kuvvetlerinin hem yurt içinde hem de yurt dışında çeşitli cephelerde konuşlandırılmasıyla, olaylar askeri deneyime sahip olanların yorumlayıcı yardımını gerektiriyor gibi görünüyor. Yeterince program izleyin ve Türk televizyonunun generallerinin ve amirallerinin hiçbir şekilde pasif aktörler olmadığını keşfedersiniz. Eski subaylar, Türkiye’nin parçalanmış partizan ortamında güçlü bir seçmen kitlesi olarak ortaya çıktılar. Pek çok kişi televizyon ve sosyal medya aracılığıyla Türk dış politikasının şeklini ve hatta belki de yönünü şekillendirmeye çalıştı.
Türkiye'deki yüksek profilli sivilasker gerilimleri döneminin ardından, TV generalleri eş zamanlı olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı meşrulaştırarak ve ordunun toplumdaki konumunu iyileştirerek ikili bir rol oynadılar. Eski yüksek rütbeli subaylar, Erdoğan hükümetinin zaferlerini kutlayarak Ankara’nın adeleli dış politikasının çekiciliğini artırdı. Türk müdahalelerini onaylamaları, ülkenin devlet savunma sanayisinin yardım ettiği ordunun Türkiye'yi bölgesel bir güç merkezine dönüştürecek bir devrime öncülük ettiği inancına meşrutiyet kazandırdı.
Ancak Pazartesi günü, 10 eski amiralin sabah erken saatlerde tutuklanması, medya meraklısı subayların nüfuzlarını ne kadar zorlayabileceklerinin sınırları olduğunu ortaya çıkardı. Hükümetin sert tepkisi, düzinelerce emekli amiral tarafından imzalanan Montrö Sözleşmesi hakkındaki açık mektuba yanıt olarak geldi. Şimdi soru, yorumlarını kabul edilebilir sınırlar içinde tutmaya istekli olduklarını ispatlayanlar için ne kadar yer bırakılacağıdır.
ZEİTGEİST’TE (ZAMANIN RUHUNDAKİ) JİGONİZM
Şu anda ülkeyi saran derin milliyetçi ahlakı görmeden bugün Türk televizyonunu izleyemezsiniz. Son on yılda, milli aidiyet meseleleri Türkiye’nin dış ve iç siyasetinin merkezinde yer aldı. Başbakan ya da cumhurbaşkanı olarak Erdoğan, milliyetçiliği gücünü korumak ve genişletmek için bir araç olarak kullandı. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), partinin kendi kimliğinin bir parçası olarak milliyetçi kinayeleri benimseme konusunda liderliğini takip etti. AKP’nin "kan ve toprak" duruşu bir dereceye kadar iktidardaki ortağı sağcı Milliyetçi Hareket Partisi’nin artan etkisine borçludur. Erdoğan’ın “gri kurt” el hareketini benimsemesi gibi kendi retoriği ve davranışı, partinin Batı karşıtı, etnik milliyetçi eğilimine olan sevgisini yansıtıyor.
Ancak AKP’nin devlet üzerindeki hakimiyeti, Türkiye’nin mevcut siyasi iklimini şekillendiren tek faktör değil. Ülkenin popüler kültürü şimdi her zamankinden daha fazla milliyetçi içerikle doludur. Televizyondaki tarihi dramalar, belki de çağdaş milliyetçi eğilimlerin en görünür ifadeleri olarak sıralanmaktadır. Diriliş dizisi gibi diziler, ülkenin hüküm süren değerlerinin ve algılarının özellikle çarpıcı bir örneğini sunuyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk kurucularının yükselişinin izini süren iki bölümlük dizi, ülkenin zengin askeri tarihine ve küresel bir güç olarak geçmişine örtük bir saygı duruşu niteliğindedir. Diriliş’in anlatı eğrisi, izleyiciyi Türkiye’nin tarihini, en azından Erdoğan’da olduğu gibi, ülkenin yükselen servetinin bir önsözü olarak düşünmeye davet ediyor. Tersine, dizinin düşmanları Bizanslılar ve Haçlılar, başta Yunanistan ve ABD olmak üzere Türkiye’nin daha çağdaş rakiplerin yansılamarıdır.
Belli bir yaştaki Amerikalı bir izleyici için, Türk televizyon haberleri ve yorumları, Körfez Savaşı veya "Teröre Karşı Küresel Savaş" çağındaki kablolu televizyonu büyük ölçüde anımsatıyor. Düzenli olarak, tüm gün haber ağları, izleyicileri ülkenin silahlı kuvvetlerinin eylem halindeki dramatik görüntüleriyle bombardımana tutuyor. Yerli olarak üretilen insansız hava araçlarının, gemilerin ve diğer araçların teknik özelliklerine ve yeteneklerine özel önem veriliyor. Panel tartışmaları genellikle, birliklerin hareketini ve stratejik şehirlerin veya yer işaretlerinin konumunu özetleyen canlı, büyük boyutlu dijital grafikler içeriyor. Dalgalanan Türk bayrakları, ekranda sürekli olmasa da yerleşmiş bir varlıktır. Amerika’nın 1991 ve 2003 "video oyunu savaşları" gibi, koreografi ve sahnenin merkezinde çocuksu bir coşku yatıyor. Bu sadece Türk askerlerinin yürüyüşte olması göstermiyor. İlerliyor ve canlı hamleler ve hassasiyetle kazanıyorlar.
Türkiye’nin milliyetçi kültüründeki bu son değişimler, Türk medya ortamının siyasallaşmış doğasından ayrılamaz. Türk seçmenler haberlerinin çoğunu Türkiye'nin köklü devlet şirketleri, TRT ve Anadolu Ajansı'ndan almaya devam ediyor. Erdoğan'la güçlü bağları olan bir avuç büyük holding, ülkenin popüler televizyon kanallarının ve gazetelerinin sahibidir. Hükümetin haberlere rehberlik ettiğinin kanıtı, Erdoğan'ın damadı Berat Albayrak'ın Kasım 2020'de maliye bakanı olarak istifa etmesiyle özellikle kendini belli etti. İnstingram’da istifasını duyursa da ne hükümet sözcüsü ne ana media , Albayrak'ın 24 saat istifasını direk olarak teyit etti. Bu güne kadar, nerede olduğu tartışması veya bir hükümet bakanı olarak görev süresine yönelik eleştiriler tabu olarak kaldı.
ERDOĞAN VE ORDU
Yakın tarihte, medyadaki eski subayların artan görünürlüğünü özellikle ironik hale getiriyor. On yıldan fazla bir süre önce, önde gelen medya sesleri, AKP hükümetini devirmeye teşebbüs etmekle suçlanan yüksek rütbeli subayların yargılanmasında kritik bir rol oynadı. 2010'daki sözde Balyoz davalarının açılmasından önce, korku ve aynı zamanda büyük miktarda paylaşılan saygı, Türk medyasının orduya fazla eleştirel yaklaşmasını engelleme eğilimindeydi. Çok sayıda generalin ve diğer subayların isyana yönelik suçlamalarla itham edilmesi, bu kısıtlamaları birden bire sildi ve birçok editör ve yorumcu, askeri darbe planlaması ve siyasi müdahale tarihi nedeniyle askerleri kınamasına neden oldu. Bir süre yazılı basın ve televizyondaki birçok kişi Balyoz soruşturmalarındaki mahkumiyetleri kutladı. Ordunun en sonunda kışlalarına döndüğünü söylediler. Türk siyasetine karışan generallerin çağı sona ermişti.
Erdoğan'ın eski müttefiki Fethullah Gülen ile Türkiye’nin 2016 darbe girişimiyle sonuçlanan kopuşu, medya, ordu ve devlet arasındaki ilişkiyi temelden değiştirdi. Bu değişikliğin ilk işaretleri arasında 2015 yılında Balyoz'un baş zanlılarının Gülen'in sahneye koyduğu bir komplonun kurbanı oldukları gerekçesiyle serbest bırakılması geldi. Gülencilerin Temmuz 2016 darbesini düzenledikleri yönündeki suçlamalar, ordunun hem haksız yere iftira edildiği hem de içeriden baltalandığı iddiasını daha da güçlendirdi. Ankara, Suriye'nin kuzeyine üç büyük silahlı saldırının ilkini bu zemine karşı gerçekleştirdi. Fırat Kalkanı Operasyonu'nun Ağustos 2016'daki televizyon ve gazete yayınları, bugün televizyonda düzenli olarak görülen tarih, milliyetçi politika ve fantezinin karışımının ön gösterimiydi. Birçok yorumcu, Türkiye’nin Suriye’yi işgalinin, nihayetinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Levant’ı, Mısır’ı ve Batı Arabistan’ı fethetmesine yol açan savaş olan Marj Dabik’in 500. yıldönümünde gerçekleştiğini belirtti.
Türkiye’nin daha sonra Suriye, Irak, Azerbaycan ve Libya’ya müdahaleleri, ülkenin savunma sanayisinin artan görünürlüğüyle birlikte gerçekleşti. ABD'nin 1974'te Türklerin Kıbrıs'ı işgaline silah ambargosu koymasından bu yana, Türk sivil ve askeri liderler uzun süredir ülkenin kendi silahlarını üretmeye ilgi duyuyorlar. Ancak Türkiye, bu özlemi gerçekleştirme konusunda en büyük adımları Erdoğan döneminde attı. Bugün ülkenin Savunma Sanayii Başkanlığı Başkanı İsmail Demir, Türk hükümetinin en çok tanınan yüzleri arasında yer alıyor. Türkiye Savunma Bakanlığı bünyesinde görece küçük bir daire olarak geçmişine rağmen, Demir’in teşkilatı artık ticari ve devlet medyasının yardımıyla geniş kamuoyunun dikkatini çekiyor.
Sonuç olarak, televizyon programcılığının yanı sıra gazeteler ve politika dergileri, genellikle yeni Türk silah sistemlerinin teknolojik yeteneklerine adanmış bilgilendirici yayınlara benziyor. Yakın tarihli bir örnek, ülkenin ilk yerli üretim firkateyni olan TCG İstanbul'un deniz indirilmesiydi. Haber ağları, bazı durumlarda bir saatten fazla süren etkinliğe cömert bir şekilde yer verdi. Geminin yetenekleri ve filo içindeki geleceği hakkında geniş tartışmalara ek olarak, deniz indirme töreninde bizzat Erdoğan'ın konuşması verildi. Sözlerinde, ülkenin savunma endüstrisinin performansına övgüde bulundu, gemiler ve uçaklar da dahil olmak üzere yerli olarak üretilen diğer yüzlerce sistemin ilk habercisi oldu. "Askeri, ekonomik ve diplomatik açıdan güçlü olmak, bizim için bir tercihten çok bir zorunluluktur" dedi.
KIŞLALARDAN YAYINLARA
Bu ortamda birçok eski general ve amiral televizyonda ve diğer medyada doğal bir yuva buldu. Teke Tek ve Tarafsiz Bölge gibi talk showlarda Türk dış politikasındaki gelişmeleri tartışırken en az bir eski üniformalı subay bulmak olağandır. Bu tür tartışmalara katkıları genellikle teknik askeri konuların ötesine geçer. Toplu olarak, emekli subaylar, Ankara’nın yurtdışındaki daha agresif adımlarına hem destek hem de coşku veren, televizyonda olumlu bir varlık oluşturuyorlar.
Sık sık televizyonda görünen eski subaylara daha yakından bakıldığında, daha özel, aydınlatıcı bir hikaye anlatılıyor. Büyük çoğunluğun çok özel milliyetçi kimliklere sahip olduğu söylenebilir. Daha yüksek profilli ve açık sözlü generallerin ve amirallerin çoğu, Batı dış politikası ve etnik Türk milliyetçiliği konusundaki katı görüşleri ile tanınan Vatan Partisi ile tarihsel olarak bağlantılıdır. Partinin kurucusu Doğu Perinçek, bir zamanlar Erdoğan'ın sert eleştirmenlerinden biriydi. 2016 gibi yakın bir tarihte, Erdoğan'ı zayıf ve bölünmüş bir Türkiye üzerinde kendisini padişah olarak kurmayı uman bir Amerikan yardakçısı olmakla suçladı. O zamandan sonra beri Perinçek, cumhurbaşkanının izlediği dış politikayı daha fazla desteklemeye başladı. Partisi, Türk seçmenlerinin yalnızca küçük bir bölümünü temsil etse de, Perinçek'in takipçilerinin Türk ordusu içinde kritik pozisyonlara sahip oldukları bildirildi bu, Gülen hareketine ölümüne muhalefetlerinden ötürü kazandıkları bir statü. Perinçek, ülkesinin Suriye, Libya ve Irak'a müdahalelerinin ABD ve Batı'nın "emperyalist" gündemine karşı çok şey yaptığını iddia etti. Ankara’nın diplomatik ortak olarak Rusya’ya yakınlaşma çabalarına övgüde bulundu. Rus yapımı S400 füze sisteminin satın alınmasının "sadece bir silah değil, aynı zamanda stratejik bir tercih" olduğunu iddia etti ve Rusya ile ABD, İsrail ve Yunanistan'a karşı uyumlu olarak kullanılacak.
Perinçek’in görüşlerini yansıtan en önemli generaller arasında Emekli Memurlar Derneği Başkanı Erdoğan Karakuş da var. Eski bir korgeneral ve Türk Hava Kuvvetleri'nde pilot olarak, kendisini haber programlarına düzenli olarak katkıda bulunan biri olarak kanıtladı. Karakuş’tan, insansız hava araçlarının kullanımı ve etkinliği gibi teknik konularda sıklıkla yorumcu olarak yararlanılmaktadır. Aslında, televizyon yapımcılarının daha geniş milliyetçi bakış açısı nedeniyle varlığına değer verdikleri de açıktır. Rusya’nın Suriye’ye müdahalesini ABD’ye ve İsrail’in "daha büyük Orta Doğu projesine" karşı bir darbe olarak övdü. Karakuş, Amerika'nın Türkiye'ye karşı Washington’un Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgaline muhalefetiyle başlayan ve Temmuz 2016 darbe girişimiyle devam eden bir “uzun gölge mücadelesi” verdiğini öne sürüyor.
Karakuş gibi eski subaylar televizyonda sadece amigo rolünü oynamıyorlar. Son birkaç yıldır, seçkin bir azınlık, Erdoğan hükümetine sözde Mavi Vatan stratejisini ilerletmek için lobi yapma çabalarına öncülük etti. Mavi Vatan kavramsal olarak, Türkiye’nin Ege ve Doğu Akdeniz’deki denizcilik çıkarlarına ilişkin maksimalist bir konumu tanımlayan her şeyi kapsayan bir ifadedir. Konsept ilk olarak on yıldan uzun bir süre önce Türk genelkurmayının salonlarında ortaya çıktı. Tanınmış babası Tuğamiral Cem Gürdeniz, daha sonra donanmanın baş stratejisti oldu. Gürdeniz, Balyoz davaları sonucunda tutuklanıp hapse atılmasının ardından, Vatan Partisi'nin resmi gazetesi Aydınlık'a sık sık yazı yazan Gürdeniz, Türk basınında yeniden gündeme yerleşti. Erdoğan’ın İslami muhafazakârlığına sesli olarak karşı çıksa da, hükümetin Türk filosunu genişletme ve modernleştirme planlarının bir savunucusu olarak adını duyurdu. Yazılı, televizyon ve sosyal medyadaki her yerde bulunmasının, öncelikle donanmanın ulusal güvenlik açısından kritik önemi konusunda kamu bilincini artırmaya yönelik olduğunu savunuyor. Tarihsel olarak, Türkiye’nin ordusuna yaptığı yatırımın, ülkenin denizcilik çıkarları ve doğal güçleri pahasına geldiğini savunuyor. Böylelikle Mavi Vatan, Türkiye’nin bölgede ve genel olarak dünyada önde gelen bir güç olarak ortaya çıkması için bir strateji sağlıyor. Görüşlerine ilişkin haritalar hem Yunanistan'da hem de Kıbrıs'ta şiddetli itirazlara yol açtı, ancak Gürdeniz bunları eliyle kenara itti ciddiye almadı. Perinçek gibi o da Washington ve Brüksel'in desteklediği Atina'nın Türkiye'yi yok etmek veya en azından dize getirmek için kuşaklarca sürecek bir kampanya yürüttüğünü iddia ediyor.
Ancak Erdoğan hükümetinin Gürdeniz’in tüm fikirlerini tam olarak benimsemediğine dair işaretler var. Muhakeme ve retoriğinin çoğunu benimsemesine rağmen, Mavi Vatan ile ilişkili haritaların resmi onayları nispeten yetersizdir. Birçoğu, Mayıs 2020'de donanmanın ikinci komutanlığının zorla emekli olmasını Mavi Vatan tezinin daha da kesin bir reddi olarak gördü. Gürdeniz’in en yakınlarından biri olan Tuğamiral Cihat Yaycı, Türk hükümeti içinde Mavi Vatan’ın baş savunucusu olarak ulusal ilgi topladı. Gürdeniz ve benzer düşünen müttefikleri, istifasından bu yana, Erdoğan'ın ABD ve Avrupa Birliği ile ilişkileri geliştirmek için Türkiye’nin Akdeniz’deki denizcilik iddialarından vazgeçebileceğini öne sürdüler. Hükümetin Mavi Vatan'ı terk etme ihtimali ne Gürdeniz'i ne de Yaycı'yı caydırmadı. Yaycı, donanmadan ayrılışından bu yana kısa sürede televizyon ve sosyal medyada neredeyse kalıcı bir varlık haline geldi. Hem kendisi hem de Gürdeniz, İstanbul'un iki büyük üniversitesindeki denizcilik çalışmaları programlarının kurucuları olarak daha fazla görünürlük kazandı. Beraber, her ikisi de medyayı ve akademik pozisyonlarını, Mavi Vatan çevresinde kamuoyunda tartışmayı yönlendirmek için kullandı. Her iki eski amiralin de diğer emekli subaylardan aldığı desteğe bakılırsa, bu çabaların en azından yüzeyde olsa bile bir etkisi olduğu görülüyor.
Milliyetçi haber kaynakları tarafından 2 Nisan'da dağıtılan açık bir mektup, Gürdeniz ve diğer emekli subayların uzun vadeli planları ne olursa olsun altüst etmiş görünüyor. 104 eski amiral tarafından imzalanan mektup, Montrö Sözleşmesinin feshini talep eden hükümet yanlısı yorumculara karşı çıkıyordu. Ticaret gemilerinin ve savaş gemilerinin İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazlarından geçişini düzenleyen bu 1934 anlaşması, Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün önemli bir başarısı olarak bilinir. İmzalayanlar, hükümetin anlaşmayı feshetmesi durumunda Türkiye'nin hem milli güvenliğini hem de Atatürk'e olan borcunu baltalayacağını açıkladı. O zamandan beri çok sayıda hükümet yetkilisi mektubu Erdoğan yönetimine karşı bir darbe girişimi olarak kınadı ve 14 eski amiral gözaltına alındı. Aralarında “devlet güvenliğine ve anayasal düzene karşı suç işleme” gerekçesiyle şu anda soruşturma altına alınan Cem Gürdeniz de var.
Mektubun yazarlarının gerçek niyetleri ve hükümetin baskısının önemi konusunda Türk basınında spekülasyonlar yaygındır. Erdoğan, Montrö Sözleşmesi'ni geçersiz kılma niyeti olmadığını belirtmesine rağmen, amiralleri “darbe ima etmekle” suçladı ve ülkenin ana muhalefet partilerinin imzacılarla işbirliği içinde olduğunu öne sürdü. AKP’nin muhalifleri, ifade özgürlüğü konusundaki endişeler veya ordunun üst kademelerindeki muhafazakar Müslümanların artan etkisine ilişkin korkular gibi diğer konuların mektubun yayınlanmasına ilham vermiş olabileceğini belirttiler. En azından, amiraller, benzer kamu dilekçeleri düzenleyen akademisyenler veya sendika liderleri gibi diğer gruplarla aynı muameleyi görüyorlar. Gürdeniz'i ve gözaltında olan diğerlerini ne bekliyor olursa olsun, diğer emekli subaylar mevcut skandaldan uzak duruyorlar. Cihat Yaycı'nın "iç siyasete karışmakla" hiçbir ilgisi olmadığını gece geç saatlerde bir talk show'a mesaj göndererek kısa bir açıklama yapması üç gün sonra oldu. Erdoğan Karakuş, Emekli Memurlar Derneği'nin Savunma Bakanlığı'nın açık mektubu kınadığı raporunu yalanlamasına rağmen sessiz kaldı.
Bu son olaylar, televizyonda görünen bu kadar çok amiral ve generalin önemini abartmamak için bir hatırlatmadır. Sol görüşlü akademisyenler, Kürt milliyetçileri ve tasavvufi mistikler, çeşitli noktalarda AKP iktidarıyla ortak davalarda bulundular. Erdoğan ise AKP kampı dışındaki müttefiklere kişisel sadakat pek göstermedi. Bir gözlemcinin öne sürdüğü gibi, Gürdeniz gibi aşırı milliyetçilerin, kısa süre sonra terkedilen kolaylaştırıcılar listesinin en sonuncusu olabilir. Daha da büyük bir belirsizlik kaynağı, eski subayların, özellikle de Vatan Partisi ile uyumlu olanların, hala saflarda bulunan kıdemli liderlerin duygularını gerçekten yansıtıp yansıtmadığıdır. Subaylar uzun süredir yakın denetime direnen bir “kara kutu” oluşturmuştur. (burada kaynak Metin Gurcan’ın Türk ordusu hakkındaki Kara Kutu kitabına referans var. Çeviren) 2016'dan bu yana yaşanan olaylar, silahlı kuvvetler içindeki iç siyasetin değerlendirilmesini daha da zorlaştırdı. Erdoğan’ın savunma bakanı Hulusi Akar’ın orduyu şüpheli bir gözle yönettiği söyleniyor. Kamuoyunda çok fazla övgü ya da medyanın ilgisini çeken Yaycı da dahil olmak üzere çok sayıda subayı emekliye ayırdığı bildirildi. Askeri eğitim sistemindeki değişiklikler ve terfi için yeni standartlar, Karakuş gibi daha yaşlı subayların artık rütbelerdeki mevcut tutumları yansıtmama olasılığını da artırıyor.
SONUÇ
Jingoizm artık Türkiye'deki zeitgeistin(zamanın ruhunun) kritik bir parçası ve hem politika yapıcıları hem de olası seçmenleri yönlendiriyor. Ankara davranışını değiştirme yeteneği göstermiştir. Bununla birlikte, Erdoğan'ın Suriye, Irak veya Doğu Akdeniz'deki tırmanma eylemlerini bitiremeyeceğine inanmak için sebepler var. Eski subayların sağladığı istikrarlı destek korosu, hükümetinin daha saldırgan eğilimlerini cesaretlendirmese de normalleştirdi. Eski subayların ve diğerlerinin sesleri yükseldikçe, Türk ordusu daha fazla çivi arayan bir çekiç haline gelebilir.
Eski subayların kitle iletişim araçlarındaki görünürlüğü, savunma teşkilatının ülke içindeki artan etkisinin de belirtisidir. Türkiye'nin son subay darbesini görmüş olması tamamen mümkündür. Ancak son olaylar, ordunun ülkenin geleceği üzerinde nüfuz sahibi olmaya devam ettiğini gösteriyor. Açık sözlü emekli generaller ve amiraller, Türk politikasının askerileştirilmesinde kazanılmış hisseye sahip yalnızca bir fraksiyonu yansıtıyor. Akademisyenler mevcut ve eski istihbarat görevlilerinin yanı sıra savunma sanayi liderleri de Türkiye’nin yükselen “askeriendüstriyelmedya kompleksi” nin bölümlerinden oluşuyor.
Bu bakımdan Türkiye, uzun, sorunlu sivilasker ilişkileri tarihinde yeni bir sayfa açıyor olabilir. TV istasyonlarını zorla ele geçirmek yerine, Türk subayları toplu halde davet edildi ve bu da potansiyel olarak orduya siyaseti daha incelikli şekillerde etkilemek için yeni fırsatlar veriyor. Yorumlarını hükümet politikalarıyla amigolukluğu ile sınırlandırırlarsa, Erdoğan yeni aktivizminden yararlanacak. Ancak, sadece yardımcı bir rol oynamakla yetinmiyeceklerinden açıkça endişeli görünüyor.