Yazıyı tersinden başlatayım.

Kripto FETÖ’cülerin iddiasının aksine, Türkiye’de Kemalist darbe filan olmaz ama ABD’de emperyalist darbe olur.

Zaten oldu bir kaç kere.

Ama ana akım baba medyaları ve bizdeki komprador uzantıları bunları yazmadı, söylemedi.

Bize Amerika, hep özgürlükler ülkesi, demokrasinin beşiği, kuvvetler ayrılığının mümtaz örneği gibi yutturuldu.

Cumhurokratlar ile Demhuriyetçiler filan aynı şeyin farklı tonlarıdır.

Biri ırkçı faşist, diğeri Siyonist neocon, ya da hepsi harman vaziyette takılırlar.

Wall Street, MIC yani askeri endüstriyel kompleks (Pentagon), 7 Kız kardeş/büyük petrol, Hollywood, Silikon Vadisi, Big Pharma yani ilaç tekelleri, özetlersek küresel sermaye.

Amerika’daki kapitalist sistemin esası, şirketler düzenine çomak sokanın halledilmesidir.

Yani bazılarının kısaca ‘Rockefeller’ olarak adlandırdıkları küresel sermaye, ABD dışında savaş, iç savaş, darbe, terör vs organize etmesinin yanında kendi evinde de rahat durmaz.

Oysa ABD’de olan darbeleri çıkarıp saysak kaç tane kim bilir.

ABD’de darbenin ana kuralı, müesses nizamın tezgahına çomak sokan her hangi bir idealist başkanın içeriden ve dışarıdan tertiple tasfiyesi şeklindedir.

Bunlardan en meşhurları Abraham Lincoln ve John Fitzgerald Kennedy’nin suikastle öldürülmesidir.

1865’te vurulan Lincoln’ü geçelim, zaten Güney Kuzey iç savaşı sonrası çalkantılı dönemin kurbanıdır.

Atatürk’ün doğduğu yıl vurulan James Garfield, yaralandı ve 45 gün sonra kangrenden öldü.

Ondan 20 yıl sonra ise William Mc Kinley kurşunlandı, 8 gün sonra kangrenden öldü.

Manyetik ve frekans sihirbazı süper bilim adamı Nikola Tesla’nın, otopsi siparişi üzerine ilk geliştirdiği MR (Magnetic Resonance) cihazıyla Mc Kinley’nin vücudundaki kurşunları bulduğu da söylenir.

(Bu arada, Abraham Lincoln’ün oğlu Robert Lincoln de, hem babasının, hem Garfield’in ve hem de Mc Kinley’nin suikastleri sırasında olay yerindedir. Babası dahil 3 başkanın suikastine tanıklık eden Robert, bir daha başkanlık davetiyesi kabul etmez!)

Çok ilginç bir detayı daha belirtmeden geçemeyeceğim.

Alternatif akım, Radyo, uzaktan kumanda, yüksek frekans elektrik gibi  kablosuz iletimin mucidi Tesla’nın 1943’teki ölümü sonrası otel odasından çıkan binlerce sayfa evrakına FBI el koyar.

Tesla’nın ölümünden 3 hafta sonra belgelerde ilginç bir şey var mı diye Massachussets Institute of Technology’den bir bilim adamına başvurulur.

Elektrik Mühendisi Dr. John G. Trump, Tesla’nın belgelerinin “felsefi, spekülatif ve kendini öven” içerikte olduğu raporunu verir.

Tesla’nın çalışmalarını boşa çıkaran bu mühendis bugünkü ABD Başkanı Donald Trump’ın amcasıdır!

Sırp asıllı Nicola Tesla’nın başta Thomas Alva Edison ve JP Morgan olmak üzere, ABD elitinin önce ilgisin çekip ardından dışladığı bir süper figür olduğunu da not edelim.

Neyse konumuza dönelim.

ABD siyasi tarihi, aslında bir komplo ve suikastler tarihidir.

Hollanda kökenli zengin New Yorklu bir aileden gelen Başkan Teddy Roosevelt 1912’de yaralı olarak, yeğeni Başkan Franklin Delano Roosvelt ise 1933’te yara almadan iki suikastten kurtuldular.

1963 yılında ise sıra İrlanda asıllı Katolik Kennedy ailesine geldi.

Establishment yani müesses nizamı rahatsız eden genç ve devrimci bir başkan olarak gücü yeniden halka vermek gibi uçuk fikirleri olan John Fitzgerald Kennedy, patronlar mahallesinden yönetilen CIA tertibiyle 22 Kasım 1963’te Dallas’ta öldürüldü.

Bu bir darbeydi aslında.

ABD Başkanlık sisteminin “güzelliği” de burada yatıyordu.

Tek adam sisteminde darbe yapmak için bir orduya ihtiyacınız yoktu.

İlgili kişiyi öldürmeniz yetiyordu!

JFK’den sonra sıra yerine geçmesine kesin gözüyle bakılan idealist kardeşi Robert F. Kennedy’ye geldi.

1968’de, FBI Başkanı John Edgar Hoover’ın yardımcısı ve kankası Clyde Tolson, RFK için aynen şunları söylüyordu: “Umarım biri çıkar da şu o.ç.’yi vurup öldürür”

Bu arada Tolson’un, 4 Nisan 1968’de öldürülen ünlü zenci insan hakları lideri Martin Luther King suikastinde adının geçtiğini de belirtelim. (Bundan 3 yıl önce, 1965’te öldürülen ünlü siyah hakları savunucusu Malcolm X’in de peşinde yine J. Edgar Hoover ile çömezi Tolson vardı)

King’in öldürülmesinden sadece 2 ay sonra 5 Haziran 1968’de Tolson’un duaları gerçek oluyor ve RFK de tabancalı suikaste kurban gidiyordu.

9/11 DARBESİ

1980’de eski Hollywood artisti Ronald Reagan’ın figüranlığında başlayan neoliberalizm, sermayenin küresel hegemonyasını ilan ederken aslında küresel çapta bir darbeler çağını haber veriyordu.

Artık sermaye ve piyasalar bir tür “tanrı”ydı.

Onlar ne isterse o olurdu.

Devletçilik ve sosyalizm çok demode şeylerdi.

İnsan hakları değil, etnik ve dini kesimlerin hakları vardı. Bunlar da icabında alınır ve satılırdı.

Hele özelleştirme ekonomik refah için şarttı.

Hiç devlet süt ve et üretir miydi?

2000’e yaklaşıldığında bu sistem error vermeye başladı.

Finans kapital, göz boyamakta ustaydı ama artan dünya nüfusu ve fakirliğe çare olmak bir yana bizzat bunların sebebiydi.

11 Eylül 2001 Darbesi bu koşullarda geldi.

Neo liberalizmi Konfüçyus ve Sun Tzu felsefesiyle kendisine karşı kullanan Çin Halk Cumhuriyeti, üretim araçlarını kendi topraklarında toplamaya başlamıştı.

Büyük sıkıntılar ve karın tokluğuna çalışan insanlar pahasına bunu yaptılar.

Komünizmi vahşi kapitalizme bile dönüştüren/eklemleyen bir Asya pragmatizmiyle hem de.

Ama “fare tuttuğu sürece kedinin siyah veya beyaz olması önemli değil” diyen cüce Deng biliyordu ki…

Gelecek üç kağıtçıların değil, üretenlerin olacaktı çünkü.

Amerikan faşist eliti eylemli olarak duruma el koymaya sanırım 90’ların sonunda, Bill Clinton’u da bir stajyer skandalıyla yemeye kalktıklarında karar vermişti.

Hedef Çin’in kalkınmadaki temel ihtiyacı petrol ve doğalgaza el koymaktı. Daha doğrusu petrolün dolar ile alım satımını garanti altına almaktı.

Eylem ise 2000’de hileli bir seçim süreciyle işbaşına gelen Bush sülalesinin en yetersiz üyesi George W. Bush ile hamisi ve sermaye elitinin tetikçisi Dick Cheney işbirliğinde geldi.

Afganistan’da Torabora dağında yaşayan Suudi İhvancı terörist Usame Bin Ladin’in adamları sözde kaçırdıkları yolcu uçaklarını New York’taki ikiz kulelere çarptırmışlardı.

İsmini bile Amerikanca Base yani zemin veya üs anlamındaki El Kaide’den alan bu “İslamcı” teröristler, aslında BushCheney cuntasının emrindeydi.

11 Eylül saldırıları sonrası ABD’deki tüm özgürlük ve adalet rafa kalktı.

Resmen militarist bir güvenlik devleti kuruldu.

Teröre karşı her şey mübahtı.

Tüm Amerikalıların ve hatta Avrupalıların internet ve telefon haberleşmeleri dinlemeye alındı.

Orduya iç güvenlik görevi verildi. İç güvenlik bakanlığı kuruldu.

Polislere aşırı yetkiler tanındı.

İstihbarat örgütlerinin kapsamı, sınıflaması ve eleman sayısı müthiş biçimde arttı.

2001’de aynı zamanda biyolojik savaşın önlenmesi anlaşmasından da çekilindi.

Hedef ülkelerde ve çevrelerinde yüzlerce biyolojik savaş laboratuarları kuruldu.

Kısa süre önce ülkemizde yaşanan “Ergenekon ve Balyoz” kumpasları (bugün de devamı benzer suçlamalarla hapse atılan gerçek gazeteciler vb) gibi uydurma terör suçlamalarıyla, Amerika dünyanın her yerinde ve elbette kendi topraklarında istediği her şeyi yapabilecekti.

“Önce as sonra yargıla” şiarının Vahşi Batı’dan çıktığını unutmamak lazım.

11 Eylül 2001 Bush – Cheney darbesi, işin içine orduyu da sokmuştu.

İsrail’in güvenliğini kutsal metin olarak kabul eden (dinci) Evanjelist ve (eski Troçkist) Neocon cunta, Pentagon’u ana üs ve idare merkezi olarak ele alıyordu.

ABD’deki Marshall Law yani sıkıyönetim durumunda askerin sokağa inmesi yönetmelikleri de o döneme aitti.

Ancak Bush ve Cheney cuntası Irak ve Afganistan’da Vietnam’da olana benzer uzun ve acılı bir hezimete uğradı.

Ardından gelen “demokrat” Obama, bunlara Suriye’yi de ekledi.

2016’da başkan seçilen (hayatındaki tek başarının televizyondaki Apprentice/Çırak şovundaki “kovuldun” performansı olan) Donald Trump Jr., kucağında adeta parçalanmakta olan bir ülke buldu.

Ve daha da parçalamaktan çekinmedi.

Amcasının Tesla’yı “spekülatif ve felsefi boş konuşan” biri olarak tanımlaması gibi, Trump da küresel hegemon konumundaki ülkesini içe döndürmeye kalktı.

Bu çöküşü sadece daha çok hızlandırdı.

Irkçı ve dinci taşralılara dayanan Trump, her ne kadar nihai olarak Neocon’ların nüfuz alanına kısmen dahil olsa da, küresel elitin “yeni normal” projesinin önünde bir engelden başka bir şey değildi.

Bill Gates ve diğer milyarderler, ABD ve dünyadaki neoliberal düzenin sürdürülebilir olmadığının pekala farkındaydı ve bunu küresel ısınma ve iklim değişikliği kılıfıyla farklı bir yöne çekmek için proje yaptı.

Küresel ekonomik krizin patlamasının kesin olduğu 2020’ye bir virüsle girildi.

Covid 19 pandemisi aslında küresel bir darbenin adıdır.

İnsan eliyle yapılmış veya doğal olarak gelişmesine rağmen manipule edilmiş bir virüsün, katalizör olarak kullanıldığı bir küresel sermaye darbesi.

Davos darbesi de denebilir.

Finans kapitalin getirdiği büyük yıkım, korku faktörü kullanılarak yeni bir kapitalist sıkı yönetim sistemine evrilecekti.

Gelişen teknolojiler insanların tamamıyla kontrol altına alınmasına cevaz veriyordu artık çünkü.

Akıllı yapılar, yapay zeka, yüz tanıma sistemleri, çipli aşılar, nesnelerin interneti, dijital para, biyomühendeslik ve daha pek çok yenilik, kapitalizmin kontrolü altında post modern bir faşizmin kapılarını aralıyordu.

İşte ABD’deki siyasi iç savaş ve George Floyd cinayeti üzerine patlak veren Mayıs ayaklanması bu iklimde yeni bir ordu darbesini gündeme getirdi.

TRUMP – MILLEY KAVGASI

Trump’ın askeri sokağa indirme girişimleri ordudan tepki gördü.

Virüse önlem almayıp Çin’i suçlayan, Valilerle ağız dalaşına giren, göstericileri tehdit eden, sokak olaylarını kışkırtan söylemiyle Trump, herkesin haklı nefretini kazandı.

Bu da Pentagon’daki Neo conlara haklı ve yeni bir hareket alanı yarattı.

Trump’a sert muhalefet, demokrat rakibi “Uykucu Joe” Biden’dan değil, bizzat kendi genel kurmay başkanından geldi.

Karizmatik tavırlarıyla ünlü aktör John Wayne’e benzetilen ABD Genelkurmay Başkanı Mark Milley, Trump’ın askeri sokağa indirme girişimine tepki koydu.

Milley, kuvvet komutanlıklarına gönderdiği genelgede/memorandumda, askerin “krallara değil, halka ve anayasaya hizmet ve bağlılık” içinde olduğunu vurguladı.

Muhtıra gibi genelgeyle, Trump’a, ‘sana bağlı değilim’ mesajı verdi.

Bu ABD tarihinde pek görülmüş bir durum değil.

Çünkü ABD Başkanı aynı zamanda ordunun da başkomutanıdır.

Milley’nin olayı bu mesajla da bitmedi.

ABD’de saygınlığa sahip olan New Yorker dergisine göre, Oval Ofis’te protestoculara karşı askeri görevlendirmek isteyen Trump ile buna karşı çıkan Genelkurmay Başkanı Milley arasında sert tartışma yaşandı.

Kavgayı aktaran yetkili, “Beyaz Saray’da bir kabadayı var, ona karşı bir kabadayı lazımdı” yorumunu yaptı. Sonuçta, Washington’a 10 bin asker isteyen Trump bu talimatını uygulatamadı.

İşin ilginç tarafı, tartışma sonrası Savunma Bakanı Mark Esper de Trump’ı desteklemekten vazgeçti ve Milley’nin tarafını tuttu.

Yani Pentagon, Trump’a karşı açık tavır aldı.

Eski asker, yeni Demokrat Massachusetts Milletvekili Seth Moulton da bunun öncesinde, 7 Nisan’da çok ilginç bir tweet atmıştı.

Moulton’un tweet’i şöyleydi: “Irak savaşının en karanlık günlerinden bugüne yani Trump’ın en büyük hata yaptığı günlere kadar güvenilir kaynaktan duydum hiç bu kadar çok sayıda genç subayın ayaklanma sesini duymamıştım…” 

Yani bu tweetin Floyd ayaklanması öncesi atılmış olması çok enteresan.

“Genç Subaylar Rahatsız” türünden bir tweet.

ABD bizim yaşadığımız şeyleri yeni yaşıyor.

28 Şubat, Gezi Olayları, 27 Nisan muhtırası ve basına düşmanlık.

Ancak şöyle bir belge de var ki, Milley ve ekibini haksız çıkarabilir.

İLGİNÇ BİR PENTAGON BELGESİ

2018 yılına ait belge, 1996 ve sonrası doğumlu Z kuşağına karşı ordunun devreye alınmasını içeriyor.

Şaşırtıcı değil mi?

Belgenin adı: 2018 Joint Land, Air and Sea Strategic Special ProgramJLASSS (2018 Ortak Kara, Hava ve Deniz Stratejik Özel Programı)

Belgede aslında IŞİD’den Afrika’daki İslamcı örgütlere ve anti kapitalist hareketlere kadar pek çok unsura karşı hareket tarzları ele alınıyor.

Daha da şaşırtıcı olanı, senaryoda 2020’lerin ortalarında (2025) “bir hastalık ve toplumsal hoşnutsuzluk yüzünden isyan eden Z kuşağına karşı alınacak askeri önlemler öneriliyor.

Bu kuşağın sisteme karşı ve hoşnutsuz bir kuşak olarak isyan kapasitesinin yüksek olduğu belirtiliyor.

Senaryoya göre, 2025’te Washington DC, Seattle, New York, Los Angeles, Austin ve Las Vegas’ta internet üzerinden örgütlenen Z kuşağı gençler ayaklanıyor.

Siber korsanlıkta da uzman olan gençler Robin Hoodvari biçimde zenginleri soyup fakirlere vermeyi hedefliyorlar.

İsyanlar Afrika, Avrupa ve Asya’ya da yayılıyor.

Yani aslında Pentagon da ABD’de darbe olur mu? Sorusuna farklı bir yönden yanıt veriyor.

ABD askeri ve devlet eliti, neoliberalizmin korkunç adaletsizliği yüzünden dünyada devrim hareketlerini öngörüyor.

Komplo teorisinden çok sosyal teoriyi bilmek burada önem kazanıyor.

Kapitalizmin yozlaşması, sınıf hareketlerini de beraberinde getiriyor.

Siz 2 ayda 40 milyon kişiyi işsiz bırakırsanız 2025’e senaryo yazmanıza gerek kalmaz.

İnsanları korku ve açlıkla hizaya getirmeye kalkarsanız, çipli aşı sizin bir tarafınızda patlar.

Dünyayı sermaye elitinin sıkıyönetimle idare etmesi hayali, tüm sınıfsal katmanlarda yaşanan çelişme ve mücadelenin getireceği bir kaosla kabusa dönecektir.

Son sözüm de bizdeki ABD bağımlılarına.

ABD’de darbe olur veya olmaz onu bilemem ama şurası kesin ki, Atlantik çağı artık sona geldi.

İnsanlık (Humanizm) çağına giriş bundan sonra Asya üzerinden olacak.

Eğer şartsa bile aşırı nüfusa ve işsizliğe kontrol, bu halkın örgütlerinin elinde olmalı, para babalarının değil.

Gizli gündemi olan yüzde 1’lerin değil.

Demokrasi de, Adalet de, Cumhuriyet de, bunu gerektirir.

KAYNAKLAR:

https://www.history.com/news/nikolateslafilesdeclassifiedfbi

https://www.newyorker.com/news/dailycomment/trumpspublicrelationsarmy

https://theintercept.com/2020/06/05/pentagonwargamegenz/