Altılı masa bir kez daha bir araya geldi. Ortak açıklamada Ege ve Doğu Akdeniz bölümü dikkat çekti. Altı parti, Mavi Vatan savunmasının Türkiye'nin dış politikasına zarar vereceğini ileri sürdü
TEVFİK KADAN
CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi, Demokrat Parti, Gelecek Partisi ve DEVA Partisi Genel Başkanları’nın bulunduğu altılı masa, önceki gün dördüncü kez bir araya geldi. Toplantı sonrası yapılan ortak açıklamanın en dikkat çeken bölümü, Ege (Adalar Denizi) ve Doğu Akdeniz'le ilgili olan bölümdü. Üstü örtülü Türkiye'nin Mavi Vatan'daki faaliyetlerinin hedef alındığı açıklamada, “Doğu Akdeniz ve Ege’deki güç dengelerinin aleyhimize değişmesine sebep olacak ve Türkiye’nin çok boyutlu dış politika gerekliliklerine zarar verecek gerilimlerden ve maceracı söylem ve politikalardan uzak kalınmalıdır.” ifadelerine yer verildi.
Batılı ülkelerin Türkiye'nin açık deniz politikalarını 'yayılmacı' ve 'saldırgan' olarak nitelediği bir dönemde yapılan bu açıklama, önceki metinleri düzelten yabancı büyükelçi etkisini akıllara getirdi. Hatırlanacağı üzere altılı masanın ilk toplantısının ardından yapılan açıklama metninin de bir yabancı büyükelçiliğe gönderilerek düzeltildiği, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından açıklanmıştı.
MİÇOTAKİS'İ ALKIŞLAYAN BİLDİRİ
Altılı masanın sözde uyarısının, son günlerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Adalar Denizi ve Doğu Akdeniz'deki tehditleri vurguladığı konuşmalarının ardından gelmesi de dikkat çekti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen hafta ABD'ye giderek Türkiye'yi şikayet eden ve ayakta alkışlanan Yunanistan Başbaşkanı Kiryakos Miçotakis'e tepki göstermiş ve “Kendisiyle görüşmemizde, aramıza üçüncü ülkeleri sokmayalım diye mutabık kaldık. Buna rağmen Amerikan Senatosu'nda Türkiye'nin aleyhine konuşmaları yaptığı gibi 'F16'ları sakın ha Türkiye'ye vermeyin' demek suretiyle Amerika'ya telkinlerde bulundu. Biz bu yıl Stratejik Konsey toplantısı yapacaktık. Artık benim için Miçotakis diye birisi yok. Kendisiyle böyle bir görüşme yapmayı asla kabul etmiyorum. Çünkü biz sözünde duracak şahsiyetli, onurlu siyasetçilerle yola gideriz. Bundan sonrasını Miçotakis kendisi düşünsün.” ifadelerini kullanmıştı.
Önceki gün de ABD’nin Yunanistan’da kurduğu 9 askeri üsse dikkat çeken Erdoğan, “Peki bu üsler kime karşı kuruluyor? Söyledikleri şu: 'Rusya’ya karşı'... Yalan... Dürüst değiller.” demişti.
PEKİ GERÇEKTE KİM MACERACI?
Altılı masanın 'maceracı söylem ve politikalardan uzak durulması' uyarısı, gerçekte 'Türkiye'nin denizlerdeki hak ve menfaatlerinden uzak durulması' mesajını içeriyor. Batı'nın sürekli Türkiye'yi Doğu Akdeniz politikaları nedeniyle topa tuttuğu bir bir siyasi konjonktörde, altılı masa da Türkiye'nin proaktif tutumunu sönümlemeye çalışarak Batı'ya açıkça göz kırpıyor.
Halbuki Türkiye'nin denizlerdeki politikası, tamamıyla uluslarası hukuka uygun biçimde ve Türkiye'nin milli menfaatleri gözetilerek oluşturulmuş bir devlet politikası. Bu noktada kimin maceracı olduğunu anlamak için öncelikle Yunanistan'ın taleplerini sıralamamız gerekiyor. Yunan yöneticilerin sık sık dile getirdiği konuların başında şunlar yer alıyor:
1) Kıbrıs'ta Garanti ve İttifak Anlaşması'nın feshedilmesi, Türk birliklerinin Ada'dan çekilmesi, birleşik bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurularak bir Rum Cumhurbaşkanı'nın seçilmesi.
2) Lozan Antlaşması'nda Türkiye'ye bırakılan 3 mil içindeki adalar dışında kalan tüm adalar ve deniz alanlarının Yunanistan'a devredilmesi.
3) Moshonisi kompleksindeki (Ayvalık Adaları) Daskaleio, Lios, Kalamopoulos, Gialonisi, Pyrgos, Adiavatos, Olia ve Kalamos adaları ile Lagos adalarının Yunanistan'a katılması.
4) Yunan karasularının Ege dahil Yunanistan genelinde 12 deniz miline uzatılması.
5) Türkiye'nin Ege Ordusu'nun feshedilmesi.
6) Türk sondaj gemilerinin Kıbrıs Münhasır Ekonomik Bölgesi'nden çıkması, Doğu Akdeniz'deki sınırlandırma anlaşmalarında ortay hattın esas alınması.
7) Lozan Antlaşması uyarınca Gökçeada ve Bozcaada için oluşturulan özyönetimin restorasyonu.
8) Lozan Antlaşması'nda Türkiye'ye bırakıldığı belirtilmeyen Marmara Denizi'ndeki adaların Yunanistan için gri alan kabul edilmesi.
9) Helenizmin atalarını evlerinden atan Trakya'daki Müslüman nüfusun Yunan topraklarından ayrılması.
10) Son yıllarda Türkiye üzerinden Yunan topraklarına gelen tüm yasadışı göçmenlerin Türkiye'ye geri gönderilmesi.
BU MU MACERACILIK?
Fakat altılı masa için ne Yunanistan'ın akılalmaz talepleri önemli ne de bunları hayata geçirebilmek için tüm ülkesini ABD üssüne çevirmesi, Fransa'dan Rafale jetleri ile Belhara fırkateynleri alması, en büyük savunma sanayi şirketini İsrail'e satması, asker sayısını katlaması, savunma bütçesini artırması, sınırımıza tanklar yığdırması, Türkiye karşıtı mekanizmalar oluşturması, her ortamda yalan kampanyası ile ülkemizi hedef alması, PKK ve FETÖ'ye kapı açması, balıkçılarımıza kurşun sıkması, savaş gemimizi bordalaması vs. önemli.
Altılı masa için;
- Kendi toprak ülkesinin yarısı kadar deniz alanı isteyen Türkiye 'maceracı'; ama ülkesinin 10 katı fazla deniz alanı isteyen Yunanistan 'maceracı' değil!
- Lozan'da 3 mil belirlenmesine rağmen 6 mil karasuyunu kabul eden Türkiye 'maceracı'; ama 12 mil rejimi dayatarak Türkiye'ye açık deniz alanı bırakmayan Yunanistan 'maceracı' değil!
- Gayri askeri statüdeki adaların silahsızlandırılmasını isteyen Türkiye 'maceracı', ama Türkiye için 'Küçük Asya' rüyaları görerek akılsızca silahlanan Yunanistan 'maceracı' değil!
- Ege'de 6 millik hava sahasına saygı duyulmasını isteyen Türkiye 'maceracı', ama 10 mil FIR Hattı olduğunu iddia eden Yunanistan 'maceracı' değil!
- Trakya Türklerinin kendi kimliği ile yaşamasını isteyen Türkiye 'maceracı', ama katliamlara varan uygulamaları ile Türklerin tamamını göndermek isteyen Yunanistan 'maceracı' değil!
- Kendi deniz alanlarında hidrokarbon rezervlerini çıkarmak isteyen Türkiye 'maceracı', ama bizim deniz yetki alanlarımıza küresel enerji devlerini davet eden Yunanistan 'maceracı' değil!
- Atina Mutbakatı'nı her yıl harfiyen uygulayan Türkiye 'maceracı', ama turizmden büyük pastayı alan Yunanistan'ın moratoryumu ihlal etmesi 'maceracı' değil!
- Sorunlarımızı ikili görüşmelerle çözelim diyen Türkiye 'maceracı', ama Avrupa Birliği ve ABD'yi arkasına alarak Türkiye'ye dayatmalarda bulunan Yunanistan 'maceracı' değil!
- Gerekirse Uluslararası Adalet Divanı'na gidelim diyen Türkiye 'maceracı, ama Lahey'e gitmeyi parlamento kararıyla yasaklayan Yunanistan 'maceracı' değil!
TÜRKİYE'NİN FAALİYETLERİ TÜM NORMLARA UYGUN
Halbuki Türkiye, bırakın maksimalist iddialar ile saldırgan bir tavır takınmayı, kendi hakkı olanı istemekte bile çekingen davranıyor. Yunanistan toplamda kara yüzölçümünün 10 katı, Güney Kıbrıs 30 katı deniz yetki alanı isterken, Türkiye kendi toprak vatanının yarısı kadar bir deniz alanı talep ediyor. Doğu Akdeniz'de Yunanistan 100 bin km2, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 150 bin km2 alırım derken, 14 katı uzun kıyıya sahip olan Türkiye'ye 41 bin km2 reva görülüyor. Üstüne Türkiye bu deniz alanlarında dahi şu an sismik/sondaj faaliyetler yürütmüyor, MEB'ini ilan etmiyor, tek taraflı adımlar atmıyor.
Esasında Türkiye'nin Mavi Vatan Doktiri'ni de tamamıyla Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMSHS)'ne, Uluslararası Adalet Divanı ve Hakem Mahkemesi kararlarına uyumlu olarak oluşturulmuş. Öncelikle BMDHS'nin 'hakkaniyet', 'coğrafyanın üstünlüğü', 'oransallık' ve 'kapatmama' ilkeleri nazarında deniz haritalarımız çizilmiş. Bu haritalara göre Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Libya, Mısır, İsrail, Filistin ve Lübnan ile karşılıklı kıyıları olduğu, Suriye ile de deniz yan sınırı bulunduğu belirlenmiş. Bu hesaplamalarda kullanılan gnomonic ve jeodezik haritaların daha önce başka ülkelerin deniz sınırlandırmasında da kullanıldığı tespit edilmiş. Dolayısıyla, Türkiye’nin dünya üzerinde doğubatı ekseninde düz uzanan bir ülke değil, 1 derecelik eğimle yatan bir ülke olduğu, bunun da 18 derecelik bir perspektif yarattığı bilimsel olarak kanıtlanmış.
İşte bu esaslar ışığında çizilen Mavi Vatan haritası 462 bin kilometrekarelik bir alanı ihtiva ediyor. Bu alandaki tüm canlı ve cansız kaynaklar üzerindeki münhasır hakların Türkiye’ye ait olması mücadelesine de, Mavi Vatan mücadelesi deniliyor. Yani altılı masanın 'maceracı' dediği faaliyetlerin tamamı, aslında Türkiye'ye anasının ak sütü kadar helal!
MAVİ VATAN'IN DOĞU AKDENİZ CEPHESİ
Doğu Akdeniz’deki sorunlar Ege’den çok daha yakıcı. 2003 yılında Seville Üniversitesi tarafından hazırlanan bir deniz yetki alanları haritası, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki egemenlik alanlarını 41 bin kilometrekare olarak hesaplamış; GKRY de bu haritaya uygun olarak Münhasır Ekonomik Bölge ilan etmiş. Haritaya göre Yunanistan ve GKRY denizden komşu olarak görülüyor. Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’e bakan adalarına tam etki tanınmış ve Türkiye’nin açık denizlere çıkışının önü kapatılmış.
Halbuki Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki kıyı uzunluğu 167 kilometre, Türkiye’nin kıyı uzunluğu ise 1870 kilometre. Dolayısıyla hakkaniyet prensibine göre burada, Türkiye’nin 13 kat daha fazla deniz yetki alanı olması gerekiyor.
Deniz hukukunda ana karaların üstünlüğü prensibi bulunuyor. Yani sınırlandırma, Asya kıtası ile Afrika kıtası arasında yapılmalı. UAD kararlarına göre de ortay hattın ters tarafında kalan adaların yalnızca karasuları bulunuyor. Bu noktada Filfla, Serpents, Qit’at Jaradah, Alcatraz, Cerbe, Saint Pierre&Miquelon adaları hakkındaki kararlar incelenebilir. Ayrıca ana karanın 200 mili içindeki adaların kendi deniz yetki alanları da bulunmuyor ki, Yunanistan’ın adaları da kendi kıta sahanlığı içinde kalıyor.
Daha vahim olan, Türkiye kıyılarına 2 mil uzaklıktaki Meis Adası’na tam 40 bin kilometrekare deniz yetki alanı tanınmış olması. Aslında Meis bir ada bile değil kaya. Güney Çin Denizi Tahkimi Davası’nda kendi ekonomisini üretemeyen, yerleşik halkı bulunmayan adaların deniz sınırı üretemeyeceği belirtilmiş. Deniz hukukunda aslolan, modifikasyondan önceki durum. Yani, Yunanistan’ın adalara yönelik başlattığı iskan politikaları da, bu adaların deniz yetki alanlarını değiştiremez.
MAVİ VATAN'IN EGE CEPHESİ
Ege'de Yunanistan’ın 'Adalar Devleti' tezi üzerinden doğmuş pek çok sorun bulunuyor. Karasuyu ile başlayan, kıta sahanlığı, MEB, aramakurtarma sorumluluk sahası, FIR Hattı (Uçuş Malumat Bölgesi) ve gayri askeri statüdeki adaların silahlandırılması ile devam eden, nihayetinde konunun, egemenliği antlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklara (EGAYDAAK) dayandığı bir dizi anlaşmazlık olduğu görülüyor.
Tarihsel arka planda iki tarafın tezleri, esas olarak Lozan’ın 16. maddesinin farklı yorumlanması nedeniyle ayrışıyor: Yunanistan, Madde 16’nın Anadolu sahillerinden itibaren 3 milin dışında kalan adalar için genel bir feragat hükmü olduğunu, bu nedenle İtalya ve Türkiye’ye bırakılan adaların sınırlayıcı şekilde sayıldığını, 4 Ocak 1932 Antlaşması ve onun eki olduğunu ileri sürdüğü 28 Aralık 1932 tarihli belge ile Türkiye ile İtalya arasında sınırın çizilmiş olduğunu, bu sınırın İtalya’ya halef olması nedeniyle Yunanistan ile Türkiye arasında da geçerli olduğunu, dolayısıyla Lozan’da Türkiye’ye 3 mil içinde bırakılan adalar dışındaki tüm adaların kendisine ait olduğunu iddia ediyor.
Buna ilaveten BMDHS’nin 3. maddesinde karasularının azami genişliğinin 12 mil olarak belirlendiğini, adaların deniz alanlarının ise 121. maddede ayrıca düzenlendiğini, bu iki maddeye dayanarak adalarına kara ülkesindeki gibi düzenlemeler yapabileceğini, hava sahasını da paralel olarak belirleyebileceğini, yani her adasının 12 mil deniz ve hava sahasına sahip olması gerektiğini ileri sürüyor.
Fakat hem örf adet hukukuna hem de Hakem Kararlarına göre bunun her durumda uygulanabilecek genel ve tekdüze bir kural olmadığı ortaya çıkıyor. Başka bir ifadeyle 3. Madde, karasularının 12 mil olduğunu değil, coğrafi ve hukuki açıdan mümkünse 12 mile kadar çıkarılabileceğini beyan ediyor. Nitekim, Türkiye BMDHS’ye taraf olmadığı için 3. maddeden kaynaklanan ahdi bir yükümlülüğü de bulunmuyor. Ege Denizi’nin özel durumu göz önüne alındığında, buradaki deniz sınırlandırmalarının karşılıklı bir antlaşma ile yapılmasının zorunluluğu görülüyor. Sözleşme’nin 15. Maddesi ve örf ve adet hukuku da, karasuları sınırlandırmasında özel durumların varlığı halinde, adalara diğer kara ülkelerinden daha az etki tanımanın ya da hiç etki tanımamanın mümkün olduğunu gösteriyor.
Yine 3. Deniz Hukuku Konferası’nda, 121. Madde taslağına ilişkin açıklamalardan anlaşıldığı üzere, adaların karasularının kara ülkelerine dair diğer hükümlere göre değerlendirilmesi şartının, sınırlandırma problemlerinin olmadığı alanlara yönelik olarak belirlendiği ve bu konuda genel bir kural koyma amacı taşıdığı görülüyor. Dolayısıyla karasuları sınırlandırması söz konusu olduğunda, Sözleşme’nin 15. Maddesi'ne göre bir değerlendirme yapmak suretiyle, özel durumlar söz konusu ise, adalara ana karalara göre sınırlı etki tanınması ya da hiç etki tanınmaması mümkün görünüyor.
Ayrıca Lozan Antlaşması’nın 16. Maddesi'nin bir feragat hükmü olmadığı, 3 mil ilkesinin de bu mesafe dışındaki adalar üzerindeki haklarını sona erdirmediği, bu nedenle İtalya ve Yunanistan’a devredilen adaların Md. 12 ve 15’te sınırlayıcı bir şekilde sayıldığı, 28 Aralık 1932 belgesinin hiçbir zaman geçerli bir uluslararası antlaşma haline dönüşmediği, uluslararası mahkeme kararlarında da işaret edildiği gibi Yunan uygulamalarının uluslararası antlaşmalarla tespit edilmiş sınırları değiştiremeyeceği açık şekilde görülüyor.
TÜRKİYE'NİN HAKLI DAYANAĞI
Karadeniz ve Akdeniz'de karasularını 12 mil olarak belirleyen Türkiye, Ege'de 6 milin üzerindeki bir uygulamanın "casus belli", yani savaş nedeni olacağını 1995 yılında TBMM'de alınan kararla dünyaya ilan etmiş. Bunun çok temel bir sebebi bulunuyor: 3 bine yakın ada, adacık ve kayalığın bulunduğu Adalar Denizi'nde 12 mil uygulaması, bölgedeki tüm geçiş alanlarını kapatarak Türkiye'yi Marmara'ya hapsediyor. Yunan karasuyuna uğramadan Akdeniz'e açılmanın mümkün olmadığı böyle bir uygulamada, Adalar Denizi'ndeki şu an yüzde 49 olan açık deniz alanı yüzde 20'nin altına düşüyor.
Yunanistan her ne kadar karasularında Zararsız Geçiş Rejimi uygulanacağını iddia etse de, konu bununla da sınırlı değil. Her şeyden önce Türkiye'nin ab initio (başlangıçtan) ve ibso facto (kendiliğinden) hakkı olan kıta sahanlığı alanında Yunan iç hukuku geçerli olacak ki, böyle bir rejimin uygulanması da kabul edilemez.
Daha öz bir ifadeyle; açık deniz alanları üzerindeki uluslararası hava sahasından bütün devletlerin tabiiyetindeki hava araçları serbestçe uçabilirken, karasuları üzerindeki hava sahası kıyı devletinin münhasır egemenliği altındandır ve hava sahasından zararsız geçiş hakkı yoktur. Yine açık deniz alanlarında tüm devletlerin avlanma serbestisi varken, bu alanların bir devletin karasularına dönüşmesi halinde su tabakası üzerindeki tüm haklar da kıyı devletine geçecektir. Açık deniz alanlarında bütün devletlerin deniz altı kablo ve boru döşeme serbestisi mevcutken, karasularında kıyı devleti dışında diğer devletlerin böyle bir hakkı bulunmaz. Ayrıca yabancı bir devletin karasularından geçen denizaltılar, su üstünden seyretmek zorundadır ve kıyı devleti güvenliğini koruyabilmek için gerekli gördüğü hallerde zararsız geçiş hakkını askıya alabilir.
Yani 12 mil rejimi Türkiye'nin egemenliğinin mutlak ihlalidir. Türk kıta sahanlığının Yunan karasuyuna dönüşmesidir. İzmir'e Yunan askerinin çıkmasından farkı yoktur.
YUNANİSTAN'IN SÖZDE DAYANAĞI
Yunanistan, özellikle Ege ve Doğu Akdeniz'deki maksimalist iddialarını, hukuken bir “Adalar Devleti” (Archipelago State) olduğu tezine dayandırıyor. Çünkü Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS)’nin 46. maddesi; “adaların tam yetkiye sahip olabilmesi için ülkenin arşipellerden oluşması” şartını koşuyor. Yani bir ülkenin “Adalar Devleti” olabilmesi için tamamen ya da büyük ölçüde adalardan müteşekkil olması gerekiyor.
Buradan hareket eden Yunanistan, sınırlarının en uç noktalarının Girit, Kerpe, Kaşot, Rodos ve Meis adaları olduğunu, bu hat üzerinden bir sınır çizerek diğer ülkelerle ortay hat esasına göre anlaşma yapabileceğini savunuyor. Daha vahimi ise adalar arasında kalan tüm suyu kendi iç suyu olarak sahipleniyor. Her adanın tam etki yarattığı ve kendi MEB’i olduğu iddiası da cabası…
Fakat Yunanistan, iddialarının aksine bir “Adalar Devleti” değil. Ülkenin yüzölçümünün sadece yüzde 17’si ada, adacık ve kayalıklardan oluşuyor. BMDHS’de, UAD ve Hakem Mahkemesi kararlarında da Yunanistan’ı “Adalar Devleti” yapacak herhangi bir ilke ya da karar bulunmuyor. Aydınlık