30 Ağustos Zaferinin 99. yılını yaşıyoruz. Türk milletinin ve ordusunun yarattığı zafer üzerine ne kadar konuşulsa azdır. 1914’ten 1922’ye kadar süren savaşta Türk subayının üstünlüğünü ve savaş kabiliyetini görüyoruz. Bunu da 1908 Devriminden sonra yapılan ordu düzenlemesinde görüyoruz. 11 bin 300 eski tip subay ordudan tasfiye edildi ve genç kurmayların önü açıldı. Onlar da 8 yıllık uzun savaşta büyük tecrübe elde ederek İngiliz emperyalizminin “aleti” işgalci Yunan ordusunu Anadolu’nun bağrında imha etti. Bu tarihi başarı Fevzi Paşa’nın deyimiyle “daha sağlam Cumhuriyet yarattı.”
Bu yıl, Büyük Zafer’i Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşlarının ağzından dinleyeceğiz. Ayrıca bu konuda önemli eserler veren askeri uzmanları da… Söz onların:
BAŞKOMUTAN: ‘HER AŞAMASI PLANLANDI’
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, 4 Ekim 1922 günü TBMM'de harekât hakkında ayrıntılı bilgi verir ve şu önemli saptamaları yapar: “Arkadaşlar biz bu harekâtı, neticesini tamamen bilerek yaptık, bütün bunlar belki bütün cihana hayret verecek mahiyettedir. Onun için, ordumuzun kudretini anlamayan veya anlamaktan âciz olanlar, bu muazzam eseri beklenmeyen bir tesadüf eseri gibi göstermek istiyorlar. Fakat hiçbir vakit öyle değildir. Harekât bütün teferruatına kadar tamamen düşünülmüş, tespit olunmuş, hazırlanmış, idare edilmiş ve neticelendirilmiştir. (Sürekli alkışlar.)
"Düşman ordusu tarruzumuz karşısında, bu felakete düşmemek için ne yapmak lazım gelirse hepsini yapmaktan geri durmamıştır. Hakikaten, ordumuzun öyle hareket edeceğine ve böyle kahredici bir netice alacağına benim kanaatim vardı. Ordumuzun yerinden kımıldamayacağı ve taarruz kabiliyetinden mahrum olduğu zehabına kapılan bazı kimseler de vardı, belki de bu zehap ve bu sözlerin telaffuz edilmiş olması düşmanlarımızı çok ümitlendirdi. Belki de isabet oldu. Fakat bugün tahakkuk eden neticenin tarihimize kuvvetle şerefbahş olmasına yol göstermiş olduklarından dolayı, onlara da ayrıca teşekkür etmek lazım gelir.(Alkışlar.)"
"Arkadaşlar, Yunan ordusunun vicdanında ve fikrinde hasıl olan bu korku ve panik bütün Yunan milletine intikal etmişti. O kadar ki, Adalarda bulunan Yunanlılar, Türk ordusu geliyor, diye firara teşebbüs ediyordu. (Gülüşmeler)
Arada deniz olduğunu unutuyorlardı. Ve firar edemediğinden ve firar edemeyeceğini anladığından dolayı çıldıranlar vardı. Dolayısıyla, bu meydan muharebesi hakikaten düşmanlarımız için çok kahredici ve korku ve panik sebebidir. Muharebenin neticesi Yunanlıların kalbini sındırmıştır. Dolayısıyla, bu muharebeye 'Rum Sındığı' Meydan Muharebesi demek, çok yerinde olur.” (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C.13, Kaynak Yayınları, 2004, s.360377.)
İSMET PAŞA: ‘CİHAN HARBİNDE PİŞMİŞTİK’
Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, anılarında çok önemli bir konuya değinir. O da Türk ordusunun Cihan Harbi içinde büyük askeri tecrübe edinmesidir. Orada savaşın her türlü yönünü yaşayan genç subaylarımız edindikleri bilgi ve birikimi Kurtuluş Savaşı’nın cephelerinde de kulandı. İşte onun tarihi değerlendirmesi: “Yunan ordusu Başkomutanı Papulas'ı çözmüştük. Sabırlı değildi. Bir yere kadar direniyordu. Sonra sabrı tükeniyor ve ordusunu geri çekiyordu. Çabuk sinirleniyordu. Biz de bunu bildiğimiz için onun sabrını tüketmeye çalışıyorduk. (...)
Yunan ordusunun savaş tecrübesi yoktu. Bizim tecrübemiz yüksekti. Cihan Harbi bizimi için büyük tecrübe oldu.”
“Esasen kumanda heyetleri, subaylar Birinci Cihan Harbinin büyük sevk ve idare kadrosunda bulunmuş, Birinci Cihan Harbinden çıkmış olan kadrodur. Onun için muharebeleri vaziyete hâkim olarak idare ediyorlar.”
“Orduyu her bakımdan hazırlamaya çalışırken, ilk defa taarruza göre hazırlanma fikrini kumandanlara ve askerlere telkin ediyordum. Bol bol taarruz talimleri yaptırıyorum. Yazdığım cephe emirlerinde Yunan ordusunun Anadolu içinde yenilmesi ve yok edilmesi esas hedefimizdir, bunun için de ordumuzun taarruz kabiliyeti kazanması şarttır fikrini ısrarla belirtiyordum.” (İsmet İnönü, Hatıralar, 3. Basım, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2009, s.242245, 251.)
İZZETTİN ÇALIŞLAR’IN GÖZÜNDEN
Büyük Taarruz’a 1’nci Kolordu Komutanı olarak katılan Albay İzzettin Çalışlar, Yunan ordusunun imhasında büyük başarılar gösterdi. Bundan dolayı zaferden sonra Paşalığa terfi ettirildi. Bu konuda yazdığı eserinde şu önemli saptamaları yapar: “26 Ağustos 1922’de başlayan Türk taarruzu Konya menziline dayanarak Yunan ordusunun güney kanadını çevirme ve İzmir’le ulaşımını keserek imha etmek planına dayanmaktaydı. Sonuç almak ve memleketin savaşın kötülüklerinden hızla kurtarmak için düşman ordusunu imha etmekten başka çare de yoktur. En yüksek harp kuralı da budur. Yunan ordusu, Türk ordusuna karşı başarılı olamadığı bu planda Türkler de başarılı olmasaydı Anadolu harbi daha uzun süre devam edecekti. (…)
Türk ordusundaki yüksek sevk ve idarenin gerek savunma ve gerek taarruzda Yunan ordusunun sevk ve idaresinden üstün olduğu tamamen anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Türk İstiklal Savaşı’ndan Türk ordusu askeri harekâtının, ayrıntılarına kadar değerlendirilerek güzel sonuçlar ve deneyimler çıkarmak imkânı vardır ve gereklidir.” (Org. İzzettin Çalışlar, Sakarya’dan İzmir’e Kadar 1’nci Kolordu, Genelkurmay Yayınları, Ankara, 2007, s.105110.)
ZAFERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Askeri tarihçi İsmet Görgülü, Büyük Taarruzu askeri plan ve prensipler açısından şöyle değerlendirir:
“Plân, uygun bir manevra ile düşman kuvvetlerinin büyük kısmını imha etmeyi amaçladı ve bunu gerçekleştirecek şekilde formüle edildi. Her seviyede “düşman silâhlı kuvvetlerinin ve dövüşme azminin yok edilmesi", harekâtın hedefi olarak kabul edildi.
Kesin sonuçlu bir hedef seçildi ve bu hedef eldeki güçle orantılıdır. Yani realist ve ulaşılabilir bir hedeftir. Hedefin elde edilmesini sağlayacak uygun gücün hazırlanması için, iki sene savunma hareket tarzı uygulandı ve Sakarya Zaferi'ne rağmen 10 ay beklendi. Güç, hedefi gerçekleştirecek seviyeye getirildi. Hedefin, güce uygunluğu, hedef prensibinin esasıdır.”
“İstiklâl Harbi'nin başından beri, düşmanı imha edecek büyük çaplı bir karşı taarruz daima göz önünde tutuldu. Fakat yapılmadı. Uygun şartların oluşması beklendi. Şartlar oluşturulunca da Büyük Taarruz'a girişildi. Bu, taarruz etmek için yapılan bir taarruz değildi. Her yönüyle düşünülmüş ve hazırlanmış bir taarruzdu.
Taarruzun başarılı sonuç vermesi için uygun şartların gözetilmesi, bu prensibin içinde mütalâa edilir. Türk ordusu bu taarruzun zamanını; müttefiklerin millî politikalarında ihtilâflara düştüğü ve hükümetlerin kendi kamuoylarının barış istikametindeki baskıları altında bulundukları bir devrede ve Yunan ordusunun iç politik bölünme ile zafiyete uğrayarak psikolojik alanda ciddi bir mücadeleyi sürdürme azmini yitirdiği bir sırada seçmiştir. Bu ve buna benzer faktörler dikkate alınmadan ve muharebe gücü üstünlüğü fizikî olarak sağlanmadan yapılacak bir taarruzun başarı şansı çok azdır.” (Dr. İsmet Görgülü, Büyük Taarruz, Genelkurmay Başkanlığı ATASE Yayınları, Ankara, 1992, s.4142.)
UZMANLARIN GÖRÜŞÜ
Askeri tarih alanında sayısız eserler veren E. Org. Fahrettin Belen, Mustafa Kemal Paşa hakkında şu değerlendirmeyi yapar:
“Mustafa Kemal Paşa, süratli ve isabetli kararlar vermekte, zamanı ve yeri seçmekte ve her fırsattan istifade etmekte de usta idi. Hazırlıksız ve yarım tedbirlerle işe başlamaz, zamanı beklemekle büyük sabır, tahammül ve sükûnet gösterirdi. Afyon Muharebesi'nden evvel on ay süren tenkit tufanı O'nu hazırlıksız taarruza sürükleyememiştir.
Başkomutanımız çok cüretli idi. Fakat bu cüret hesaba ve ilme dayanırdı. O'nun pek yerinde olan cüretlerini atılganlık zannedenler hataya düşmüşlerdir. O'nun mesuliyeti almaktaki kudretini bizim gibi bütün dünya anlamıştır.
Mustafa Kemal Paşa, kararlarım en iyi bir tarzda tatbik eder, tatbik kabiliyetleri az olan parlak kararların sihir ve büyüsüne kapılmazdı. Bir kere kararını verdikten sonra, büyük bir sürat ve faaliyet göstererek en şiddetli tedbirlere müracaat ederken, yolunda giden hareketleri de teşvik ve taltif ederdi.
En tehlikeli zamanlarda büyük sükûnet göstermek, ümitleri kırılanlara ümit vermek, etrafındakilere örnek olarak maneviyatı kuvvetlendirmekte eşsiz bir vasfa sahipti. O, en felâketli zamanlarda bile teessür ve ümitsizlik alâmeti göstermemiştir.” (Age, s.56.)
Org. Belen diğer komutanlar hakkında ise şu değerlendirmeyi yapar:
Genelkurmay Başkam Mareşal Fevzi Çakmak: "Hayatını mesleğine vakfederek, nazarî ve amelî sahalarda kendisini yetiştirmiş, tümen komutanlığından orduya kadar, muharebelerde tecrübe sahibi olmuştu. Komutanlığın ve insanlığın en yüksek vasıflarına da sahip olan Mareşal Fevzi Çakmak'ın derin bir seziş kabiliyeti vardı. Düşmanın en şiddetli taarruzları sırasında bile bunların bir çekilme hazırlığı olduğunu kestirirdi."
Batı Cephesi Komutam Org. İsmet İnönü:
“Türk ordusunun seçkin kurmaylarından olan Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, zekâsı, gayreti ve çalışkanlığıyla, albaylıkta kolordu komutanlığına yükselmişti. Genç yaşta muharebe meydanlarında büyük birlikler idare etmek suretiyle nazarî bilgileri kadar tecrübelerini de artırmıştır. Birinci Dünya Harbi'nde zaferi ve mağlubiyeti yaşadıktan sonra, İnönü Muharebelerini yapmıştır ki, bu muharebeler sağlam bir sinirin eseridir. İsmet Paşa'nın çalışkanlığı, öğrenmek hususundaki gayreti, sabrı, sebatı hudutsuzdur. Onun kararından dönmemek konusundaki aşırılığı, dört zaferin yanında, iki mağlubiyet geçirmesine kadar gitmiştir. İsmet Paşa fikirlerini üstlerine kabul ettirmede de ustadır. Yunan kaynaklarının onun için verdiği hükümler şöyle özetlenebilir : "İsmet Paşa, inanç, katiyet, cesaret ve anlayışla hareket eder.”
Birinci Ordu Komutanı Nurettin Paşa:
“Kurmay öğrenimi olmamakla beraber kendini yetiştirmiştir. Birinci Dünya Harbi'nden evvel alay komutanlarının en değerlilerindendi. Harp başladığı zaman tümen komutanı oldu. 1915 Temmuzunda Irak ve Havalisi Komutanlığı'na atandı ve İngilizlere karşı çarpıştı. Harp sonuna kadar da kolordu komutanlıklarında bulundu. İstiklâl Harbi'nde önce Merkez Ordusu Komutanlığı yaptı ve Koçgiri ile Pontus ayaklanmalarının bastırılmasında önemli rol oymadı.”
İkinci Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa (Orgeneral Subaşı):
“Balkan Harbi'nden evvel Harp Okulu'nda taktik öğretmeniydi. Kurmay başkanı, sonra da tümen komutanı oldu. Birinci Dünya Harbi'nde Çanakkale'de ve Doğu Cephesi'nde kolordu komutanlıklarında bulundu. 1918 yılında Rus ordusunun dağılmasıyla yapılan ileri harekâtta, kolordusu Erzurum ve Kars'ın kurtarılmasında başarı gösterdi. Doğuda kurulan 9. Ordu'nun komutanlığına tayin edildi. Mondros Mütarekesi gereğince terk edilmesi gereken Doğu Anadolu vilâyetlerinin boşaltılmasını geciktirdiği ve boşaltılan yerlerdeki Türk halkını Ermenilere karşı silâhlandırdığı gerekçesiyle, İngilizler tarafından Malta Adasına götürüldü. Oradan kurtulduktan sonra Anadolu'daki İstiklâl Harbi'ne katıldı ve 2. Ordu Komutanlığı'na atandı. Başkomutandan 5 yıl, Batı Cephesi Komutanından 7 yıl önce subay çıkmış olmasına rağmen, durumunu hiç bir zaman problem etmedi.” (Age, s.67.)
SAVUNMADAN TARRUZA
Büyük Taarruz’u inceleyen askeri tarihçi Tank Kd. Albay Dr. İsmet Görgülü ise şu değerlendirmeyi yapıyor: “Sonuç olarak denilebilir ki, memleketin bütün kaynaklarından azami derecede faydalandığı halde, 1922 yazında Batı Cephesi kuvvetleri insan, silâh, malzeme ve vasıta bakımından Yunan ordusu seviyesine getirilemedi. Son yüzyıllarda bütün dünya, Türk ordusunun savunma kudretini takdir etmekle beraber, onun taarruz kabiliyeti olmadığı kanısındaydı. 1922 yazında Türk ordusunun durumunu ve Türkiye'nin kaynaklarını iyi bilenler, bu ordunun taarruzda büyük başarı sağlayamayacağını sanıyorlardı. Fakat yanılıyorlardı. Türk ordusu sevk ve idare ve moral bakımından Yunan ordusundan üstündü. 10 aylık aralıksız çalışma sonunda eğitim yönünden çok ilerledi.” (Görgülü, Age, s.5.)
‘ALLAH TÜRK ORDUSUNU VE MİLLETİNİ KORUYACAKTIR’
Atatürk’ün Yaveri Muzaffer Kılıç Kocatepe’ye çıkışlarını şöyle anlatır:
“Eldivenleri elindeydi: Tıraş olmuştu. Çadırdan çıktık. Ortalık zifiri karanlıktı. Petrol ve mum fenerlerinin titrek ışığı altında; Başkumandan Kocatepe'ye çıkmaya başladı. Öne doğru fazlaca eğilerek yürüyordu. Arazi arızalı olduğu için, ağır ağır ilerliyorduk. Nihayet zirveye eriştik. Başkumandan karanlıklara nüfuz eden bakışlarıyla ileriye bakıyordu. "Allah Türk milletini ve ordusunu siyanet (koruma) edecektir" dedi. Bu hitap ilâhî bir ilhamın ruhlarındaki tecellisi idi.” (Age, s.44.)
FEVZİ PAŞA: ÇUVALLARDAN ÜZÜM ÇALDIK!
Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile Büyük Zafer’den sonra İzmir’e giderken yaşadıklarını 1947 yılında bir gazeteciye şöyle anlatır: “Şimdi o yılda, bazen buğday, bazen de üzüm çuvalları üzerinde, ikişer saat kestirerek geçirdiğimiz geceleri hatırlıyorum. Hatta bu saatlerden birisinde, üzerine uzandığı çuvalın deliğinden aldığı bir avuç üzümü ağzına atmadan evvel, koca Mustafa Kemal'in gülerek:
Paşam, şu hayatın cilvesine bak, arslanlık edelim derken, farelere döndük: Çuval deliğinden üzüm çalıyoruz!.." dediğini, o yolculuğumuzun en şirin nüktelerinden biri olarak hatırlarım.
Fakat, inanın bana, ömrümde hiçbir başka yatağın rahatı, beni, o üzüm çuvalları üzerinde çekilen muzaffer uyku kadar mesut etmemiştir!..” (30Ağustos Hatıraları, Sel Yayınları, s.23.)
Aydınlık