15 Temmuz Kıyam(et) Gecesi ve Milli Vuruş kitabında o geceye ve sonrasında olabilecek olaylara ilişkin ayrıntılar gizli... Kitapta İstanbul’un birçok noktasını havaya uçurabilecek bombalı araç, TSK’nın yurtsever komutanlarının darbeye karşı mücadelesi, halkın ayaklanışı, CIA’cıların rolü, ‘ölün emri’ üzerine elindeki imkanlarla savaşan polisler bir il emniyet müdürünün gözünden anlatılıyor.
İstanbul İl Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan‘ın 15 Temmuz’un ikinci yıldönümü öncesinde çıkardığı kitap görevde olan bir emniyet müdürü tarafından yazılmış olması sebebiyle de dikkat çekiyor. Kitapta o dönem Aydınlık gazetesi muhabiri olan Mehmet Bozkurt’un, köprüde çektiği fotoğraflara da yer verildiği görülüyor.
MECZUPTAN TELEFON
Çalışkan darbeden ilk haber aldıkları anı şöyle aktarıyor: “15 Temmuz günü MİT’ten ve Amerikalı yetkililerden gelen 100 kişilik DEAŞ’lı listesi ulaştı. İl emniyet müdür yardımcılarımdan Erkan Karalı beni (toplantı sırasında) telefonla arayarak kendisini albay olarak tanıtan bir kişinin ‘darbe yaptık, bu darbe çerçevesinde de teslim olmanı gerekiyor, kan akıtmak istemiyoruz’ şeklinde birtakım sözler söylediğini iletti. Biz bunu ciddiye almadık. ‘Bu herhalde bir meczuptur’ diye düşündük.”
Beylerbeyi Sarayı önüne iki askeri aracın geldiği yönünde bilgi aldıklarını belirten Çalışkan ‘Kesinlikle polis silah vermeyecek, gerekirse de silahını kullanacak’ talimatı verdiğini aktardı. Bilgi için dönemin 1. Ordu Komutanı Ümit Dündar’ı aradığını aktaran Çalışkan, ‘bilgim yok yanıtı aldığını’ söyledi. Birkaç defa aralarında benzer görüşmeler yaşandığını sonunda Ümit Dündar’a “Ben köprüye geçiyorum. Siz de gelin orada konuşalım” dediğini aktardı.
TANK MERMİSİ
Köprüye ulaştığında askerlere yaklaşmak istediklerini söyleyen Çalışkan, karşılığında kendilerine ateş açıldığını anlattı: “Karşı taraf sadece uçaksavarla ateş etmiyor. Dört defa tank mermisiyle ateş edildi. Bir tanesi bir TOMA’yı delip geçti ve bir vatandaşımızı da parçaladı. Bu bizim gözümüzün önünde oldu. Siz de insansınız. Bu şekilde oradaki atmosferi yönetme sorumluluğunuzu düşünün...”
Çalışkan, telsiz konuşmalarıyla polisleri motive ettiğini, darbe girişimine katılan askerleri de “Bütün arkadaşlarımı ikaz ediyorum, bu Türk ordusuyla alakalı bir iş değil” diye uyardığını ifade etti. Çalışkan buradan şehir genelideki emniyet müdürlerinin koordinasyonunu sağladı. Önemli noktaların geri alınması için talimatlar verdi. Bunun bir örneği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uçağının inişi öncesinde Atatürk Havalimanı’nın 15 dakikada özel harekat polisleri tarafından geri alınmasıydı.
‘ÖLÜN EMRİ VERDİM’
O gece ‘darbecilerin durdurulması gerekiyor’ şeklinde onlarca telefon aldığını anlatan Çalışkan şunları kaydetti: “Bir insana ‘öl’ emri verilirken çok düşünülür. Emri veren için de emri alan kişi için de kolay değil. Ben o gece belki 10’un üzerinde rütbeli rütbesiz personelime ‘Kardeşim git gerekirse öl ama burayı al’ şeklinde ölüm emri verdim. Bu emri verirken de hiçkimseye ‘Kaç kişisiniz. Elinizde yeterli silahınız var mı?’ diye sormadık. İstanbul vatandaşıyla, yöneticisiyle, polisi ve siyasileriyle harika bir sınav verdi.”
Çalışkan köprüdeki manzarayı şöyle tanımlıyor: “Televizyonlarda gösterilenler yüzde biri değil. Mesleğim icabı kan, ceset görmeye alışık olduğum halde gördüklerimi, yaşadıklarımı psikolojim zor kaldırıyor.”
‘BİRBİRİMİZİ TEST ETTİK’
15 Temmuz’dan generelliğe terfi eden Albay Davut Ala’nın Topkule Kışlası’na gittiğini ve gazi olduğunu anlatan Çalışkan şunları söyledi: “Ala, o kışlayı ele geçirmek için, kahraman diye hitap ettiğim Yavuz (Türkgenci /15 Temmz’dan sonra Korgeneralliğe terfi etti) komutanın talimatıyla oraya gitmişti. Sabaha kadar o kahraman komutanımızla zaten birbirimizi test etmiştik. Yani o bizi biz de onu gözlemledik. Önceden tanışmıyorduk. 15 Temmuz gecesi Boğaz Köprüsü’nde tanıştık. Bir anonsumda karşı tarafa diyorum ki ‘Benim yanımda generaller var, komutanlar var, onların yıldızını gördüğünde ayakların titrer.’ Kahraman komutan Yavuz Bey gece boyunca bizlere moral verirken, çözülmelerini sağlamak amacıyla darbecilere ikazlarda bulunuyordu. Buna ek olarak milli duruşlarından emin olduğu vatansever askerleri de darbecilerle mücadele etmesi için uygun yerlere sevk ediyordu.”
‘BEŞTEN SONRA GÜVENDİM’
Çalışkan, Üsküdar’da ele geçirilen bir tankı köprüye getirmek için emir verdiğini anlattı: “Yanımda Yavuz Türkgenci vardı. O gece sivil elbiseli idi. Tankı istediğimi duyunca ‘Ne yapacaksın’ diye sordu. Ben de ‘Onlara ateş edeceğim’ dedim. Tümgeneral tankın ne demek olduğunu, gücünü falan çok iyi bildiği için beni şu şekilde uyardı: ‘Vatandaşlar için katliam olur. 300500 kişi ölür belki.’ Ben de ‘Olsun şu an savaş halindeyiz. Ben de ölebilirim sen de’ dedim. Bir yandan da sivil vatandaşları kontrol etmenin ne kadar zor olduğunu düşünüyordum. Ya orada bir şekilde vatandaşın eline tank geçerse... Bu düşünceler beni tankı isteme düşüncesinden caydırdı.
Darbeden sonraki günlerde kahraman komutanımız beni ziyarete geldi. Bir mektup yazmış. Mektubu okuduktan sonra dedim ki ‘Sabah beşe kadar sizden de şüphe ettim, saat beşten sonra rahatladım.’ Ardından kahkahalarla gülüştük.”
YEMEK KAMYONUNUN KASASINDAKİ YÜZBAŞI
“Darbe gecesi bölüğünde sıkışan ve kaçamayan darbeci Yüzbaşı Dursun Şimşek o gece havalimanı müdürü Nilgün Selvi’yi defalarca arıyor. ‘Ölmek zorunda değilsin, bariyerleri açmazsan canından olacaksın’ gibi tehditlerde bulunuyor. İşte o yüzbaşı 17 Temmuz günü etrafı polisler tarafından sarılı vaziyette olan Sabiha Gökçen Bölük Komutanlığından beyaz kapalı kasa bir yemek kamyonetinin kasasında kaçarken yakalanıyor. Bir fare gibi...”
BOSTANOĞLU’NUN ORTAYA ÇIKIŞI
Köprüde o telaş içindeyken Bakırköy İlçe Emniyet Müdürü Murat Çetiner beni aradı: ‘Burada Bülent Bostanoğlu adında bir komutan var. Kendini Deniz Kuvvetleri Komutanı olarak tanıtıyor. Darbecilerden kaçtığını ve acilen Ankara’ya giderek karargahının başına geçmesi gerektiğini söylüyor’ dedi. Benim sorum da şu oldu: Bizden mi karşı taraftan mı? İlçe Müdürü ‘Bizden olduğunu söylüyor’ dedi. Ben de cevaben ‘O zaman tamam, kırmadan dökmeden kibarca bekletin’ dedim. O generali sabaha kadar misafir ettik. Sn Cumhurbaşkanımızla görüşme talebi de sorulup soruşturulduktan sonra bu görüşme gerçekleşmiş ve akabinde Ankara’ya gitmişti.”
WHATSAPP GRUBU ELE GEÇTİ
“Bir vatandaş Aksaray Orduevi civarında tedbir amaçlı beklemekte olan Müdür Yardımcım Gaffar Demir’in yanına gelip gözaltına alınan darbeci Yarbay Osman Akkaya’yı kastederek ‘Müdürüm bu telefon onun’ diyerek teslim ediyor. Gaffar Müdür telefonu TEM Şube Müdürü Kayhan Ay’a gönderiyor. Whatsapp grubunun ele geçirilmesi sayesinde darbecilerin birbirleriyle iletişim halinde olduklarını farketmiş olduk. Yazışmalar devam ediyordu. Bunları kim yönetiyor, talimatları ne, nereye saldırıyorlar eylem akışını hepsini öğrendik. Whatsapp grubundakilerin telefon numaralarını aradık. ‘Darbe başarısız oldu. Siz hala orda mısınız? Sizi de almaya geliyorlar’ şeklinde ifadeler kullandık. Karşı tarafın psikolojisi daha feci bozuldu.
DÜNDAR PAŞA ALINACAKTI
“Darbecilerin Whatsapp grubunda ısrarla ‘1. Ordu Komutanı’nı (Ümit Dündar) gözaltına alın’ deniyor. Bu bilgiden habersiz ben Ümit Dündar Paşa’yı köprüye davet etmiştim. Davetimden 1015 dakika sonra Paşa’nın evini basıyorlar. Evden çıkmasaydı darbeciler tarafından o da alınacaktı.”
BİR KAMYON C4’LE NEREYİ BOMBALAYACAKLARDI?
“Eğer darbe başarılı olsaydı ülkemizin dört bir yanında aklınıza dahi gelemeyecek hadiseler yaşanacaktı. Mesela bizim o gün Hava Harp Okulu’nda yakaladığımız bir minibüs var. Minibüsün içi patlayıcı madde dolu. C4 adı verilen bu patlayıcının her bir kalıbı orta ölçekte bir konferans salonunu havaya uçurabilecek etkiye sahiptir. Bu minibüs 24 adet C4 kalıbı, 22 adet el bombası ve çok sayıda mühimat doluydu. Darbeciler bu aracı neden Harp Okulu’na getirmişlerdi. Direnç noktalarını iyice yok etme, ele geçirme, korkutma, teslim alma... Bunun için herşeyi yapma. Öldürmeler, patlamalar, infazlar da dahil... Bizim düşüncemiz darbeciler bu bombalarla bazı yerlere sabotaj yapacaklardı. Mesela bir cami, bir cemevi, bir kilise... Vatandaş konuyu bilmediğinden karşı karşıya gelecek, bir iç çatışma yaşanacaktı. Cemevi bombalandığında Sünniler yaptı denecekti ya da tam tersi olacaktı.”