Tarihinin en öldürücü salgınlarından biri Bizans’ın başkenti İstanbul’da başlayan Justinyanus Vebası idi. MS 541 yılında başlayan salgın, iki yıl içinde tüm Doğu Roma topraklarını esir aldı. İmparator 1. Justinyen de hastalığa yakalanmasına rağmen kurtulabilen az sayıdaki insandan biriydi. 750 senesine kadar çeşitli aralıklarla tekrarlayan salgının Dünya nüfusunun beşte birini yok ettiği tahmin edilir.

LIEFERINXE’İN TABLOSU

Justinyanus Vebasını anlatan resimler arasında en bilineni Fransız ressam Josse Lieferinxe’in “Aziz (San) Sebastiyan veba kurbanları için yalvarırken” tablosudur. Tabloda, yeryüzünde veba kurbanları görülürken, gökte melekle şeytan kavga etmekte, onların önünde ise Aziz Sebastiyan Tanrı’ya yakarmaktadır.

Lieferinxe’in bir kilise sunağı için yaptığı bu resimde veba felaketine uğramış olarak resmedilen şehir, Lombardiya’nın Pavia kentidir. Milano’ya yaklaşık 35 kilometre mesafedeki Pavia, Justinyanus vebasından en çok etkilenen yerlerden biriymiş. Kentin tarihinden söz edildiğinde mutlaka bu tablonun da adı geçer.

Şimdi Pavia, acı bir biçimde uzak geçmişini yeniden yaşıyor. Topu topu 70 bin kadar nüfusu olan bu şirin beldede koronavirüs vakalarının sayısı bine yaklaşmış durumda. İsviçre dağlarından doğup Po’ya katılmadan hemen önce salınarak Pavia’dan geçen Ticino nehrinin kıyılarında, 1300 yıl sonra bir kez daha ölüm kol geziyor.

PAVİALI CIPOLLA’NIN KEHANETİ

1922’de Pavia’da doğan ve 2000 yılında yine aynı şehirde ölen Prof. Carlo Maria Cipolla, çağımızın en saygın iktisat tarihçilerinden biri olarak bilinir. Dünyanın önde gelen üniversitelerinde hocalık yapmış olan Cipolla’nın en önemli eserlerinden biri, 1961 yılında yazdığı ve dilimize “Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi” adı ile çevrilen kitabıdır. Cipolla, Batı merkezli “ilerleme” düşüncesinin erken eleştirilerinden biri sayabileceğimiz kitabının bir yerinde şöyle der:

“şimdi daha iyi anlıyoruz ki artan nüfusun beslenmesi ne tek mesele, ne de çözümü en zor olanıdır. Dünyanın nüfusu arttıkça karşımıza çıkan güçlükler bu artışa oranla daha da büyük boyutlar kazanmaktadır. Tıp ilmi ve kamu sağlığı alanında son yüzyılda o kadar büyük başarılar elde edildi ki salgın hastalıklarla mücadele konusunda kendimize gereğinden fazla güvenmeye başladık. Oysa, hiç beklemediğimiz bir anda yeni, alışılmadık öldürücü salgınlarla karşılaşmamız hiç de imkansız değildir.”

AHMAKLIK VE KİBİR

Cipolla’nın, adeta kendi memleketinin de geleceğini görmüş gibi, tüm insanlığa yaptığı bu uyarı, bugün Avrupa’nın içine yuvarlandığı krizi açıklar nitelikte. İtalyan gazeteci Mattia Ferraresi, Boston Globe gazetesine yazdığı makalede “İtalya’daki sorunun hükümetten ziyade toplumla ilgili olduğunu, İtalyanların hastalığın ciddiyetine dair her türlü bilgiye sahip olmalarına rağmen günlük rutinlerini değiştirmekte isteksiz davrandıklarını” yazdı. İtalyanlarda hakim olan ruh hali “bu tip hastalıklar Çin gibi yerlerde, Doğu’da ve az gelişmiş ülkelerde görülür, bizim medeniyetimiz bunlarla her zaman baş edebilir” şeklindeydi. Tıpkı Madrid’teki Ramon y Cajal Hastanesinin yöneticilerinden Doktor Santiago Moreno’nun söylediği gibi, Avrupalılar “kendilerine aşırı derecede güvenerek büyük bir hata yapmışlardı”. Salgının yanı başındaki bir ülkeyi kırıp geçirdiği bir zamanda İspanyol hükümetinin on binlerce insanın toplandığı “cinsiyet eşitliği” gösterilerine öncülük etmesi, Fransa’da “Şirinler” aktivitesi yapılması, Almanya ve Hollanda’da tüm sosyal etkinliklerin olduğu gibi devam etmesi başka nasıl açıklanabilirdi ki?

Pavialı Cipolla’nın elli yıl önce tespit ettiği, ahmaklık ve kibir karışımı bu anlayış, şimdi binlerce insanın yaşamına mal oluyor. Batı medeniyeti, OrtaÇağı ardında bıraktığından beri “ilerlediğini” düşünüyor, insanlığın önemli bir bölümünü de peşinden sürüklüyor. Bunca “ilerlemenin” sonunda vardığı yer ise hiç de iç açıcı görünmüyor. Ölümü lügatten çıkardığını sanma gafleti, eski çağların kabuslarını yeniden gerçek kılıyor. Batının sahte güneşi artık insanlığı ısıtmıyor.


Gaffar Yakınca

Aydınlık